2 Haziran 2016 Perşembe

Yekta Nedim Akıncı / Kabataş Erkek Lisesi /Istanbul

"Bir insan için güçsüz deyince ne demek isteriz? Güçsüzlük sözü bir ilişkiyi, herhangi varlığın bir ilişkisini anlatır. Gücü ihtiyaçlarını aşan, bir böcek, bir kurt da olsa güçlü bir varlıktır; ihtiyaçları gücünü aşarsa, bir fil, bir aslan, bir fatih, bir kahraman, bir tanrı da olsa güçsüz bir varlıktır."  Emile - J.J.Rousseau

 İNSAN VE DİĞER CANLILARDA GÜÇ KAVRAMI


Yazıda, ilk olarak; insan, insanın kendi kendine yetebilmesi ve güçlü olması ele alınacaktır.Daha sonra ise güç kavramı insan dışındaki diğer canlılar bazında incelenecektir.

Çevremizi oluşturan ve insanları da kapsayan tüm canlıların öncelikli amacı şüphesiz ki hayatta kalmak ve temel ihtiyaçlar bakımından kendi kendine yetebilmektir.Genelde canlılar doğuştan gelen belirli içgüdüsel davranışlar aracılığıyla hayata tutunmaya çalışır.İnsan ise bu noktada diğer canlılardan ayrılmaktadır.İnsanoğlu, hayatta kalma işini gerçekleştirirken kendine has olan usunu kullanır ve kendine öteki canlılardan hatta öteki insanlardan farklı bir yol çizebilme iradesine sahiptir.Ve de güçlü insanın tanımını yaparken; gücü sadece hayatta kalabilme yetisi olarak yorumlamamız yanlış olur.O zaman insan, bu yönüyle diğer canlılardan ayrılmaktadır.

İnsanı diğer canlılardan ayrılan farklara(üstteki paragrafta belirtilen) baktığımızda; karşımıza varoluşçuluk felsefesi çıkar.Varoluşçuluğa göre insan; iradeden ve bilinçten yoksun varlıkların olduğu bu dünyaya fırlatılmış irade ve bilinç sahibi tek canlıdır.O halde varoluşçuluğa göre felsefenin asıl konusu; insan hayatını oluşturan konular olmalıdır.İnsanın kendi hür iradesini kullanarak kendi yolunu çizmesinin ve kendi kendine yetebilmesinin hayatın önemli bir amacı olması gerektiğini savunur.Öte yandan insanın bu dünyaya fırlatılma sebebi üzerinde de durur varoluşçuluk felsefesi.

Albert Camus'a göre insan bu dünyadaki varoluş sebebini düşününce çıkmaza girer ve varoluş nedenini açıklayamaz.Yani ona göre insan hiçbir şekilde bir sonuca varamaz ve böylece absürd(saçma) kavramı ortaya çıkar.Bundan dolayı insan bu konu hakkında düşünmekten vazgeçip kendi hayatını yaşamaya konsantre olmalıdır sadece.Hayatını yaşarken de onu; olabildiğince kendi iradesi doğrultusunda şekillendirip, mümkün olan en iyi şekilde yaşamaya çalışmalıdır.Camus, insanın dünyadaki hayatını dolayısıyla varoluşunu sonlandıran ölüm olgusunu büyük bir rezillik olarak görmektedir.Ona göre insan kendi iradesi dışında gerçekleşen ölüm olgusuna hiçbir şekilde karşı gelemez.Bu sebeple insan aslında hayatını tamamen kendi hür iradesi biçiminde şekillendirecek olan güçten yoksundur ve de böylece güçsüzdür.

Peki, insanın güçlü olması ve kendi kendine yetebilmesi olgusuna varoluşçular dışındaki diğer filozoflar nasıl bakmışlardır?

Sokrates'e göre güçlü insan erdemli insandır.Erdemin dışında kalan yeme içme gibi bedensel ihtiyaçlar sadece hayatta kalma işlevini yerine getirmektedir ve de bunlar yeterli ölçüde yerine getirilip abartılmamalıdır ona göre.Güçlülüğün asıl sembolü olan ve de her koşulda iyiye yönelmeyi belirten erdem kavramına da ancak bilgiyle ulaşılabileceğini savunur Sokrates.Bunun için insanlığın yegane amacının daha fazla bilgilenmek olması gerektiğini belirtir.Sokrat ayrıca "Sorgulanmamış hayat yaşamaya değer değildir." sözüyle hayatın tüm taraflarıyla sorgulanması gerektiğini söyler.Ona göre hayat tüm yönleriyle sorgulanınca insan eksikleri ve yanlışlıkları görür.Daha sonra ise bu yanlışlıkları düzeltmek için yola koyulmalıdır.Yanlışlıklara düzeltince de insan güce ulaşır.Düşüncelerini kendi hayatına da uygulamayı da başarmıştır Sokrat ve tarih boyunca bunu gerçekleştirebilen sayılı düşünürlerdendir.Hatta bu uğurda canını bile vermiştir o.Ama öldürülmesine kısa bir süre kala bile soğukkanlılığını korumuş, aklın ve düşüncenin yolundan bir an bile uzaklaşmamış ve hep erdemli kalmayı başarabilmiştir.Ölmeden önce de kendinin aslında hiçbir zaman ölmeyeceğini; düşünceleri ve öğretileriyle insanlığın kafasında hep yer edineceğini söylemiştir o.İşte ölürken bile bunları söyleyebilen insan doğrucu, erdemli yani güçlü insandır ona göre.

Sokrat'ın ölmesiyle beraber Sokrat'ın ardılları niteliğinde çeşitli okullar açılmıştır.Bunlardan en önemlileri Kinikler(Stoacılar),Kirenaikler(Hedonistler) ve de Septikler(Kuşkucular)dır.Bu okulların her biri insanın güce farklı yollardan ulaşılabileceğini savunur.Örneğin Kinikler; güçlü insanın asıl özelliğinin manevi anlamda güçlü olmak olduğunu savunur.Bu manevi güce ulaşması için de insanın; doğanın yani Tanrı'nın yasalarına boyun eğmesi gerektiğini ve de ancak böyle mutluluğa ve erdeme dolayısıyla da güce ulaşılacağını söyler.Onlara göre dünyadaki maddi nesnelerle insan mutluluğu, erdemi dolayısıyla da gücü hiçbir şekilde elde edemez.Stoacılığın önemli temsilcilerinden biri olan Epiktetos "İnsan maddeye ilişkin düşüncelerin ardına takılıp hayranlığını maddeye yöneltmedikçe; ancak düşüncelerin doğruluğu ile iyiyi elde eder." derken maddiyatın aldatıcılığını ve bizi hiçbir şekilde erdeme yani güce ulaştıramayacağını açıkça gözler önüne serer.Bir başka okul olan Kirenaiklere göre ise insan bu hayatta yaşarken hayattan haz alıp acıdan uzak durmalıdır.Bu şekilde insan mutluluğa ulaşır ve de manevi anlamda güçlü olur.Septiklere göre ise hayatta hiçbir yargı hakkında peşin hüküm verilmeyip yargıdan kaçınılmalıdır(epokhe).Eğer insan nesneler karşısında bu tutumla haraket ederlerse sonsuz ruh mutluluğu olan ataraxia'ya ulaşır.Ve sonsuz ruh huzuruna ulaşmış insan aynı zamanda güçlü insandır onlara göre.

Antik çağa değindiğimize göre şimdi ise insanın gücünü Ortaçağ düşünürleri bazında inceleyelim.Ortaçağda felsefe tamamen dini bir yapıya bürünmüş ve de "inanmak için biliyorum" anlayışını benimseyen Skolastik düşünce yapısı ortaya çıkmıştır.Saint Augustinus ve Aquinolu Thomas bu düşünce yapısının en önemli temsilcilerindendir.Augustinus'a göre insan Adem ile Havva'nın işlediği ilk günah vesilesi ile yaratıldığı için aslında tüm insanlar dünyaya günahkar olarak gelmektedir.Ona göre insanın bu dünyadaki asıl amacı günahlarından arınmak ve mutlak iyilik olan Tanrı'ya yaklaşmak olmalıdır.İnsan güce ancak böyle erişebilir.Aquinolu Thomas'a göre de insan günahlarından arınmalı ve Tanrısal istence uygun yaşamalıdır.Ona göre: "Özgür olan ve akıldan doğan eylemler Tanrı'nın istencine uygunsa doğrudur."Yani ona göre de insan doğruluğa ve iyiliğe yani Tanrı'ya yönelmelidir.Ancak bu durumda insan güçlü olabilir.

Şimdi ise insanın gücüne kıta ussalcıları olarak bilinen 17.yy düşünürlerinin gözünden bakalım.Bu döneme mensup olan Descartes'a göre insan; ruh ve beden olmak üzere iki farklı bölümden oluşur.Ona göre insan asıl güce; bedene bağlı tavırlarla değil de sağlam bir akıl yürütmeyle yani kaynağını ruhtan alan usunu kullanarak ulaşır.Bedenle güce ulaşılamaz düşüncesini "İnsan bedenin gelgitlerine ve isteklerine boyun eğerse kendi içgüdülerinin kölesi olur.Bu da insanı gelip geçici hazların kölesi yapar." sözleriyle belirtir.Ona göre güçlü insan; her zaman aklın yolunu benimseyip mantıklı düşünebilen ve kendi isteklerine ve tutkularına hükmedebilen insandır.Bu dönemin bir başka temsilcisi olan Spinoza'ya göre insan kendisini yöneten yasalara hakim olup bunlara hükmedebilirse güce ulaşır.Spinoza, Tanrı ile doğayı bir ve aynı şey olarak görmüş(Panteizm) ve de insanın güce ulaşmak için; doğanın(Tanrı'nın) yasalarını kavraması gerektiğini söylemiştir.Böylece insan daha önce de belirttiğimiz gibi Tanrı'yı yani kendini yöneten yasaları anlar ve kendi hayatı üzerine hakimiyet kurabilir.Böylece de güce ulaşır.Bu çağa mensup olan bir diğer düşünür Schopenhauer'e hayat acılarla doludur ve "yaşamak acı çekmektir.Bu düşüncesine rağmen intihar etme olgusunu; acılarla dolu olan bu dünyadan uzaklaşma yolu olarak benimsememiş ve intihara şiddetle karşı çıkmıştır.İntihara karşı bu tutumunda Budizm'e duyduğu ilginin de etkisi olduğu söylenebilir.Çünkü Budizm'de intihar ne olursa olsun kesinlikle başvurulmaması gereken bir olay olarak belirtilir.Düşünür; insanın asıl amacının acılardan kurtulmak olduğunu ve de ancak böyle güce ulaşılabileceğini savunur.Acılardan ebedi olarak kurtulmanın ise ancak "Nirvana'ya ulaşarak" elde edilebileceğini söyler.Ona göre bu olmadan insanlar acıların etkisinden tam olarak kurtulamaz ancak ve ancak geçici bir süreliğine ebediyen kurtulduğunu zanneder ama bu bir yanılsamadır çünkü acılar; en kısa zaman içinde varlıklarını yine hissettireceklerdir.

Çeşitli düşünürlerin öğretilerinden de açıkça ulaşılabileceği gibi insanın güçlü olmasını temel kriteri;maddesel bedenden doğan temel ihtiyaçların karşılanabilmesi değil; ussal ve ruhsal açıdan güçlü olmaktır.

Yazının önceki bölümlerinde insan,insanın kendi kendine yetebilmesi ve güçlü olması ele alındığına göre şimdi ise güç kavramı insan dışındaki canlılar bazında incelenecektir.

Yazının başında da belirtildiği gibi insan dışındaki canlılar açısından güçlü olma kavramı direk yaşama mücadelesini sürdürülebilirlikle ilgilidir.Bu yüzden bu canlılarda sadece kendi fizyolojik yapılarından doğan temel ihtiyaçların karşılanması esastır.Ama doğada var olan hiyerarşik düzenden dolayı bir canlı türüne mensup tüm bireyler, hayatta kalma mücadelesinde başarıya ulaşamaz.Örneğin; bir kurt sürüsünün bir koyun sürüsünü kovaladığını düşünelim.Burada bazı koyunlar kaçabilirken bazıları da kaçamayacak ve kurtlara yem olacaklardır.İşte bu olayda kaçabilen koyunlar türlerinin "güçlü" temsilcilerindendir ve de hayatta kalma mücadelesinden sağ olarak çıkmayı başarmışlardır.Kaçamayanlar ise güçsüzlüklerinin bedelini canlarıyla ödemiş ve yok olmuşlardır.Bu kurt-koyun örneğinden de çıkarılabileceği gibi; doğada güçlüler yaşamaya devam ederken güçsüzler ise yaşama tutunamaz ve elenirler.Lammarck, doğadaki bu olayı ortaya koyduğu evrim teorisinde "Doğal Seleksiyon" olarak adlanmıştırdır.

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere insan dışındaki bir canlı için güç; fiziksel olarak büyüklükten ya da uysallık veya vahşilikle ölçülebilecek bir kavram değil; Rousseau'nun da dediği gibi; kendi kendine yetebilme ve yaşam mücadelesini sürdürebilme yeteniğinden başka bir şey değildir.

Hiç yorum yok: