11 Şubat 2009 Çarşamba

OYUN OLARAK SANAT



Bilinebildiği kadarıyla oyunun kendisi, insanın tarihi kadar eski olduğu gibi, oyun hakkındaki düşünceler de insan düşüncesinin başlangıçlarına dek uzanır. Yunan düşüncesinde oyun kavramının felsefi ifadelerde geçişine, ilk kez Herakleitos'ta tanık oluyoruz: "Zaman, dama taşlarını bir o yana bir bu yana sürerek oynayan bîr çocuktur: çocuk hükümdarlığı!" bu görüşe göre oluş ve yok oluş hiçbir suç ve ceza sorumluluğu içermemektedir. Oyun ile sanat ahlaksal değerlendirmelerin dışındadır. Oyuncu yani çocuk ve sanatçı masumdur; bir başka deyişle sorumlulukları yoktur.
Sanatla bağıntısı içinde oyun kuramı, ilk kez Schiller'ce çepeçevre, kuşatıcı bir biçimde ele alınmıştır. İnsan, sözcüğün tam anlamıyla insan olduğu yerde yalnızca oynar ve o, oynadığı yerde ancak tam insandır, diyor Schiller. Yani insan toplumsal bir süreç içerisinde vardır ve de sadece orada üretir ve ürettigi kadarda insandır. Schiller’in hareket noktası sanatın oylumsal bir etkinlik olduğu yani bir oyun olduğudur.Schiller'e göre, insan iki temel dürtüye sahiptir: duyusal dürtü ve biçim dürtüsü. Duyusal dürtü, insanin fizik varlığından, biçim dürtüsü ise ussal doğasından kaynaklanır.Oysa bu iki dürtüyü uzlaştıracak bir üçüncü dürtü mevcuttur aslında insan doğasında. İşte bu Schiller'in tanımladığı oyun dürtüsüdür. Duyusal dürtü, değişmenin olmasını, zamanın bir içeriğe sahip olmasını ister. Biçim dürtüsü zamanı ortadan kaldırmayı, hiçbir değişmenin olmamasını ister. Her iki dürtünün birlikte etkidiği oyun dürtüsü ise zamanı zamanda ortadan kaldırmayı, olusu mutlak varlıkla, değişmeyi özdeslikle değiştirmeyi amaçlamaktadır. Zamanın zamanda ortadan kaldırılması, bir tür “gibi yapmayı” gündeme getirmektedir. Sanki zaman geçmiyormuş, hiç geçmemiş gibi yapmayı... Bu simülasyon oyunun özünde vardır.
Estetik çevre, düşün ile doğanın, madde ile biçimin bir uzlaşma alanıdır, çünkü Güzel, Yaşam’dır, Canlı Biçim’dir. Bir sanat eserinde içerikten çok biçim önemlidir. Nasıl göründüğü nasıl olduğudur. Oyun her canlı için hayata hazırlanma sürecinde en gerekli davranışlardan biridir. Canlılar ister insan isterse hayvan olsun oyun sayesinde dış dünyanın gerçekliklerinin bir yansımasını yaratarak hayata hazırlanırlar. Çocuklar çevrelerindekileri kopya ederek onları yaşar ve bu sayede geleceğe yönelik tavırlar oluştururlar. Kendilerine, evcilik, doktorculuk, ögretmencilik gibi küçültme ekleri kullanarak imitasyon çevreler hazırlayarak çocuklar gerçekliğin bir kopyasını yaşarlar. Sanat ile oyun arasında daima bir benzerlik görülmüştür. Oyun oynayan bir çocuk için başka bir amaç, başka bir dünya yoktur, çocuk oynamak için oynar. O halde nasıl ki sanat da kaygı, endişe yoksa tam tersine olabildiğine özgürlük varsa sanatçı da sanatını yaratırken oyun oynar. Kaygıdan, endişeden uzaklaşip özgürlesir. Tek amacı sanat yapmaktır. Her şeyden sıyrılıp hayalinde yarattığı bir dünya da eserini oluşturur. Yarar amacından öte sanatçı stresten ve gerçek dünyadan uzaklaşmaya çalisir. Böylece en gerçek en yalın ve en güzel eserini ortaya koyacağını düşünür. Ve hiçbir zaman sanatçıya yaptığı eser hakkında yargılanamaz ve ceza verilmez. Nasıl ki bir çocuga yaptığı kumdan kaleyi yıktığı için kızılamaz ise sanatçıda yaptığı eseri istediği doğrultuda yapabilir bitirebilir. Önemli olan bozarken de yaparken olduğu gibi huzurlu olmasıdır. Kumdan kalesine karışılan küçük çocuk ilerde iyi bir sanatçı olamaz. Bunu için sanatçının özgür bir ortamda yetişmesi gerekir. Oyunun özelliklerinden birisi de kurallara bağlı şematik olmaması yaratıcı bir yönü bulunmasıdır. Oyun ile sanat arasındaki en önemli benzerlik belki de ikisinin de özgür ortamlarda ortaya konulabilmesidir. Dışarıdan konulan kurallar bu özgürlügü ortadan kaldırır. Sanatta ve oyunda ortaya çikan özgür tavır, yalnız sanatçıyı ve oyundaki insanı değil, onunla iletişim kurabilen bütün insanları da özgürlestirir. Çünkü oyun da sanat gibi, ereği kendi içinde olan bir davranıştır. Ne oyunda ne de sanatta bir çikar amacı yoktur. Çocuk oyunu geleceğe hazırlanmak amacı ile bilinçli bir şekilde oynamaz. Onun için yeterli olan oyunun onu doyurmasıdır. Sanatçı da eserini verirken onun beğenilip beğenilmeyeceğini ya da ondan ne kadar para kazanacağını düşünmez. Sanat eserini meydana getirmek zaten sanatçının asıl ereğidir. Yaratma edimi başlı başina bir erektir. Bu yüzden sanatçı tasasız, kaygısız eserini oluşturur.

Ezgi Ünlükuş