2 Haziran 2016 Perşembe

Hilâl Altun / Şavşat Ç.P.A.L / Şavşat-Artvin

"Toplumdan mutlak olarak kopmuş birey her zaman bir yanılsamaydı. Bağımsızlık, özgürlük tutkusu, halden anlamak ve adalet duygusu gibi en beğendiğimiz insani özellikler bireysel olduğu kadar toplumsal özelliklerdir. Gelişmiş birey, gelişmiş bir toplumun ürünüdür. Bireyin kurtuluşu, toplumdan kurtuluş değil, toplumun atomlaşmadan kurtuluşudur – doruk noktasına kollektifleşme ve kitle kültürü dönemlerinde çıkabilen bir atomlaşma."  Max Horkheimer , Akıl Tutulması, Metis Yay. S.150

-RASTGELE ÖLÜM-

'' Hakikatler... artık onların yükünü çekmek istemiyorsunuz, ne de onlara kanmak ve suç ortağı olmak...'' diye söyler E.M. Cioran. Temellendirecek olursak Huxley' in Cesur Yeni Dünya kitabını irdelememiz gerekir. Çocukların küçük fanusların içinde ana rahminin dışında büyüdüğü, geliştiği bir dünya.
Alfa Çocukları: Gri giyerler, çok zekidirler.
Delta Çocukları: Yeşil giyerler, alfaların demo versiyonlarıdır.
Gama Çocukları: Haki giyerler, aptaldırlar.
Epsilon Çocukları: Hepsinden aptaldırlar ve siyah giyinirler.
Hepsi hipnopediya ile şartlandırılmış ve hallerinden memnun olmamaları imkansız şişe embriyoları. Şartlandırmaların amacı: insanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek.
Optimum toplum” dedi Mustafa Mond , “buzdağı örneğine göre kurulur-dokuzda sekizi su seviyesi altında, dokuzda biri üstünde.”
-Su seviyesinin altındakiler mutlu muydu peki?
-Üstündekilerden daha mutludurlar.Buradaki dostlarınızdan daha mutlular, örneğin.” Parmağıyla işaret etti.
-“O berbat işlere rağmen mi?”
-“Berbat mı? Onlar öyle düşünmezler. Aksine işlerini severler. İşleri hafiftir, çocuk oyuncağıdır. Beyinleri ya da kasları asla zorlanmaz. Yedi buçuk saat hafif, yormayan iş, sonra da soma istihkakları,oyunları, sınırsız çiftleşmeleri ve duyusal filmler. Başka ne isteyebilirler ki? Doğru,” diye ekledi, “daha kısa çalışma saatleri isteyebilirler. Bizde onlara daha kısa çalışma saatleri verebiliriz. Teknik olarak alt sınıfların iş gücünü üç ya da dört saate indirmek çok basit bir şeydir. Ama bu onları mutlu edebilir miydi? Hayır, etmezdi. Yüz elli yıldan daha uzun bir süre önce denenmişti. İrlanda’ nın tamamına dört saatlik iş gücü uygulanmıştı. Sonuç ne oldu? Kargaşa ve soma tüketiminde büyük bir artış hepsi bu. O üç buçuk saatlik boş zaman bir mutluluk kaynağı olmaktan o kadar uzaktı ki, insanlar o boş zamanlarından kurtulmaya çalışıyorlardı. ”Mutsuz ve farklı hissettikleri vakit '' soma '' denilen haplarla kendilerini toplumun parçası hissetmeye başlarlar. Tüketim toplumu vardır. ''Ne kadar çok yama olursa, o kadar az refah olur.'' derler. Elbetteki her toplumun su dolu bir akvaryumun içinde büyük görünen balıkları vardır böyle insanlar da adalara sürülür orada kendine benzeyen binlerce insan vardır. Mutluluk ve erdemin sırrıdır -yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek.

Farklılaşan bireylerin sonlarının Heba olduğunu görürüz. Dibi gören, şehirde fazla medenileşmenin bedelinin yerde yatanlarla ilgilenmemek olduğunun farkına varan '' birey '' sınıfına giren bir insancık. Askerlik arkadaşının anlattığı o güzel kızılçam ormanlarının olduğu köye ''dua edecek insan eline bir taş almalıdır. '' sözlerine dikkat etmeden yola koyulur. Sonunda çıkan dedikodulardan, ölen arkadaşından sorumlu tutulan Ziya karşı tepede gördüğü Tanrı' nın kulübesinde farklılaşmanın bedelini görür ''beni bulamayacaklar'' diye fısıldarken tanrıya, bulunur ve sopalarla heba olur. Bunun bir çok örneğini görmek de elbette mümkün. Sokrates, topluluğunun ve ülkesinin en kutsal, en köklü düşüncelerini Daimon’ un eleştirisinden geçirdiği için öldü(öldürüldü). Bu noktada buna bireyin kurtuluşu da denilebilir. Aynı zamanda hayat ve dünya hakkında hiç bir şey bilmediğinin farkındaydı. Son sözleri ise “Artık ayrılma vakti geldi çattı, ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin daha iyi olduğunu sadece tanrı bilebilir.” oldu. Hakikate önem veren birinin çürüyen bedeninde böceklerin gezmesi çok da sorun olmasa gerek.

Tarihi göz önüne aldığımız vakit gelişen dini olguları, devletlerin belirlediği kuralları, adalet duygusunu ve buna benzer bütün özellikleri de devlette görürüz. İslamiyeti kabul ettiğimiz vakit değişen kurallarımız, değişen yargılarımızı öyle yada böyle görüyoruz. Bunlardan sıyrılan bireylerinin de helak olduğunu biliyoruz.

Aynı zamanda geriye attığımız yuzyıl, yaşadığı iki büyük dünya savaşı, soğuk savaş ve komünizm tecrübesi, ulus devletlerin ve kapitalizmin gitgide yayılması ile birlikte belki de en karmaşık ve çalkantılı yüzyıl unvanını almakta haksız değil elbette. Toplumsal değişimlerin oldukça hızlı ve köktenci biçimde gerçekleştiği 20. yüzyılda düşünce tarihi de toplumsal hareketlilikten fazlasıyla etkilenmiştir. Yeni çağda akıl kendi nesnel içeriğini yok etme eğilimi içine girmiştir. '' Belirli bir hayat tarzının, bir dinin, bir felsefenin ötekinden daha iyi, daha yüksek, daha doğru olduğunu söylemek manasızdır. Amaçlar artık aklın ışığında değerlendirilmediği için, ne kadar zalim ve despotça olursa olsun bir ekonomik ya da siyasal sistemin bir diğerinden daha akıl dışı olduğunu söylemek de mümkün değildir. Akıl Tutulma' geçer bunlar. II. Dünya Savaşının sonunda yenilen Almayanya' nın; Demokratik Almanya ( SSCB ) ve Federal Almanya ( ABD ) olarak ikiye ayrılmasının ardından geçişleri önlemek için sınır olarak bir duvar örüldü. Neden yıkıldığı ise iki zıt toplum arasındaki seviye, şartların farklılıkları ve cazipliğiydi. Biliyorsunuz sağlam bir mermer parçası da ufalanır ve yavaş yavaş çözülüp gider. Franz Kafka ''Bütün devrimler buharlaşıp gider ve ardında yeni bir bürokrasi balçığı bırakır.'' der. Bürokrasi balçığının içinde olduğumuzu da çok net görebiliyoruz. Oluşan dünya düzeninden, kültürlerimizden, dinlerimizden. basamakların çokluğundan da. Çoğaldıkça seçeneklerin artması gerekiyor ama bizler için bu olmuyor. Artarsak yok ederiz. Tek bir çözüm var insanları şartlandırmak, yok etmek tek çatı da toplamak. Gitgide azalan rejimler, ölen diller, yok olan dinler bunu temellendirir. Sakat doğmuş bebeğin yanına sadece beslemek için giden anne babalar gibi aynı şekilde çamurdan yaratılmış bizlerden korkuları hala daha çamurdan yaratılmış birilerinin kalması.

Toplumu elimizdeki kemiklere benzetecek olursak. İskelet sistemimiz izin verdiği sürece parmaklarımızın hareket alanını şekillendirebiliriz. Bizler toplum içinde birey olsak da yaşayan Tanrı' nın elindeki birer parmağız. Toplumun her şeyi bilmesinden uzaklaşmak, kendi gölgemizden kurtulmak kadar zor belkide. Binbaşı şuan her şeye karar veriyor, yaptıklarımız ve yapacaklarımız, kurtuluşumuz ve yok oluşumuz. Artık kendi ürünümüz olan toplumsal baskıların esiriyiz. İnsan çerden çöpten de olsa bir Tanrı yaratır nasılsa. Kierkagaard' ın ifadesiyle 'Yaşayan Tanrı' nın eline düşmek korkunçtur, belki' ama insan artık kendi yaşamıyla barışabilecektir.

Bir gün kendini gerçekleştirme umudundan vazgeçmek; Bireye, doğduğu günden başlayarak, bu dünyada bir tek var olma yolu olduğu hissettirilir. Horkheimer' in öznel akıl aklın niteliğidir. Bu yaklaşım, sorumsuzluğa, keyfiliğe düşmekten ve basit bir zihin oyununa dönüşmekten korkan bilincin kendini özne ile nesne arasındaki yabancılaşmaya, sürecine uydurmasıyla ortaya çıkan tutumdur. Öznel aklın işlevi bu karışıklığın, kaosun içinden sıyrılmaya yardımcı olabilmesidir. Bireyin kurutuluşu da bu şekilde sağlanabilir.
...
Tanrı sarı bir çiçektir
Ormanın içinden atlılar
Geçerken çocuklar ölecektir
...
Mavi kuşlar çiziyor biri
Eli değdikçe camlarına
Avcılar doğrultup namlularını
Nasılsa bir bir düşürecektir*

*Hilmi Yavuz - İnançsız



Hiç yorum yok: