2 Haziran 2016 Perşembe

Eylül Tuna / Beşiktaş Atatürk anadolu Lisesi / Istanbul

"Toplumdan mutlak olarak kopmuş birey her zaman bir yanılsamaydı. Bağımsızlık, özgürlük tutkusu, halden anlamak ve adalet duygusu gibi en beğendiğimiz insani özellikler bireysel olduğu kadar toplumsal özelliklerdir. Gelişmiş birey, gelişmiş bir toplumun ürünüdür. Bireyin kurtuluşu, toplumdan kurtuluş değil, toplumun atomlaşmadan kurtuluşudur – doruk noktasına kollektifleşme ve kitle kültürü dönemlerinde çıkabilen bir atomlaşma." Max Horkheimer , Akıl Tutulması, Metis Yay. S.150

TOPLUMUN SAVAŞI
 

İnsan insana muhtaçtır ama aynı zamanda insan başkasının ölümünün başladığı yerdir. Bu yaşam ve ölüm dengesini kurmak, insanca yaşamak insanın kendisinin elindedir. Ancak insan olmak nedir? Biyolojik olarak her şeyin yerli yerinde çalışması, sabah kalkmak, gününü geçirmek gibi eylemleri gerçekleştirdiğimizde insan olmuş olur muyuz gerçekten de? Evet, hayatını sürdürüyor ve nefes alıp veriyor olabilirsin ama bu insan olduğun anlamına gelmez.

İnsan kendisi için bir varlıktır, Sartre böyle kategorilemiştir insanı. Kendisi için bir varlık olması başta cogitosunun bilincinde olması ve düşünmesiyle şartlanmıştır. Praxislerinin bilincinde, değişimi amaçlayan bireyler insanca yaşarlar. Onlar özlerini bulmayı hedefler. Yaşamın boş döngüsü içinde dönmektense çizginin dışına çıkmayı yeğler insanlar. Bu onlara bir özgürlük aynı zamanda da kısıtlamadır. Yaptıkları her şeyin sorumluluğu, muhtaç oldukları bir diğeri bir yüktür insanın omzuna. Bunu taşıyarak dağa tırmanması gerekir ve ancak bu yükler ile gerçekten yükselmiştir.Bunun dışında insan , sürünün bir parçası haline gelir.

Bireyler doğaları gereği bir başkasına ihtiyaç duyarlar. Böylece kaçınılmaz olarak toplum oluşmuştur. Birey toplumun kaynağıdır ve bireyi ilgilendiren her şey toplumu da ilgilendirir. Bu, kaçınılmazdır.

Bireyin gelişmiş olması çokça tartışılır. Gelişmişlik nedir? Eğitim hayatını başarıyla bitirip iyi bir meslek sahibi olduğunda gelişmiş mi olursun? Yoksa gelişmişlik çok farklı bir nimet midir? Gelişmiş olmak, herkesin sandığının aksine iyi bir üniversite bitirmekle gerçekleşmez. Önemli olan kişinin kendisini ileriye taşımaya çalışmasıdır. David Hume deneyimlenmemiş nedensellikleri alışkanlık olarak kabul eder; kişi de sadece öğretilen bilgiyi alıp onu deneyimlemek için uğraşmamışsa o sadece öğretilmiş bilgiye sahip olur. Kişi düşünerek, irdeleyerek ve daha iyisini isteyerek gelişebilir. Sorgulamaya başladığında ve değişimi amaçladığında gelişim de başlar.
Gelişmişliğin çok daha farklı algılandığı bir dünyada yaşıyor oluşumuz ne yazık.
Günümüzde gelişmişlik kavramının içi boşaltıldı. Gerçek anlamının dışında çok fazla yerde rastlaşır olduk "gelişmiş" insanlarla. Peki insan neden böyle bir şeye ihtiyaç duydu? Neden gelişmişlik artık boş bir sözcük haline geldi? Gelişmiş insan neden yıkılmak istendi?
Düşünen insan günümüz dünyasında makbul değil. Düşünüyor musun? Seni ahlaksız!
Düşünen insan yönlendirilmez. O kendi kararlarını verebilecek, önüne sürüleni kabul etmeyecek konumdadır. Sorgular, soru sorar. Bunlar otoriteleri ölümüne korkutur. Düşünen insana Atinalıların Sokrates'e baktığı gibi bakarlar: düzeni bozmaya çalışan bir isyankar.
Otorite saman altından su yürüterek bireyi kendi mekanizmasının bir parçası yapmayı amaçlar. Otorite kendisinin onaylanmayacağı bir dünya hayal edemez. Otoritenin dedikleri doğrudur, sorgulanamaz, değiştirilemez! Sonsuz bir kabullenme ihtiyacında olan "güç" kendi sürüsünü yaratmak ister. Bu yüzden ideolojiler oluşturulmuştur. Bir göz boyama sistemi olan ideolojiler, insanı teslimiyete sürükler. Küçük insandır artık bireyler Wilhelm Reich'in tasviriyle. Düşünmekten, değişimden korkar hale gelirler. Yavaş yavaş insanın içi boşaltılır. İnsanı kaynak alan toplum ise yok olmak üzeredir artık. Toplumlar kitleye döner."Kitleler toplumsalın içinde kaybolduğu kara bir deliktir.(...) Kitleler tepkisizdir(...)(Sessiz Yığınların Gölgesinde Toplumsalın Sonu, J. Baudrillard.)"
İnsanın gözünü boyamak için birçok simülasyon oluşturulmuştur. Her şey bir gösteri, bir şölen havasındadır. "İnsanın gösteride seyrettiği şey, kendisinden saklanan eylemdir; yabancı hale gelmiş, insanın aleyhine dönmüş kendi özüdür. Bu öz, gerçekliğini işte bu yoksunluğun meydana getirdiği bir kolektif dünyanın düzenleyici ilkesidir. (Özgürleşen Seyirci, Jacques Ranciere) Reklamlar, yardımlar, haberler -kısaca "kitle" iletişim araçlarının bize verdikleri- insanın kandırılmasında yardımcı etkenler olarak kullanılır. İnsan seyreder, kendine ait bütün özelliklerden soyunur, insan kandırılır ve insan artık farkında değildir. İnsan kitlenin bir parçasıdır.
Dünyada gerçekleşen kaotik durumlar, patlayan bombalar, ölen siviller, mülteciler ve daha niceleri otoritenin güç oyununun kumandası altındadır. Çok perdeli, acı dolu bir oyundur yaşanan. "Güç" yarattığı kaostan beslenir ve herkesi oyunun bir parçası yapmaya hazırdır. Ekranların başındaki halk ise yalnızca seyircidir.
Toplum hak etmediği çağları yaşıyor, kaynak aldığı bireyin de çöküşü ile birlikte bir meta haline geldi. Yoğurulmaya hazır bir hamur ve kendisine verilecek şekli bekliyor. Bu şekle ise baştakiler karar veriyor. "Gösteri , metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı andır . " (Gösteri Toplumu, Guy Debord)

İnsan başkası tarafından kendi kararlarının verilmesine alıştıkça, bu artık kötü bir durum haline gelmez. Kararların sorumluluğu yoktur üstünde, suçu başkasına yıkabilir. İnsan düşünme cesaretini kaybeder, karar vermekten korkar hale gelir. Bu Kant'ın "Aydınlanma Nedir?" makalesinde belirttiği gibi bir vesayet durumudur. Kişi aydınlanmasını ancak bu durumdan kurtularak gerçekleştirebilir. "Sapare aude!" (Kendi aklını kullanma cesaretini göster!) İnsanın bulunduğu çöküş durumundan kurtulması için kendi aklının ve bulunduğu durumun farkına varmasına ihtiyaç vardır. "(...)Devrime giden ilk adım, durumunuzun farkında olmanızdır -hukuksuzluk ve adaletsizlik durumunun" (İmkansızı İstemek, Slavoj Zizek)
Sorumluluğu alıp kendi kararlarıyla düşe kalka da olsa, dışlanmış bir kimlik haline gelecek de olsa cesaretini toplayıp adım atmaya başlamalıdır. Bir kişiyle bile de başlasa uyanıklık yayıldıkça insanın üzerine çekilmiş örtüler kalkacak ve bireyler kimliklerini hatırlayacaklardır.
Herkesten bir fikir çıksa müthiş bir kargaşa oluşur. Herkesin bir fikrinin olduğu, karar verebildiği anı hayal etmek de bu yüzden korkutucu gelir. Bir sürü insanın aynı anda kocaman balonları havaya bıraktığını düşünelim. Başta balonların düşen gölgesiyle oluşan karanlık durumu, balonlar yükseldikçe görsel bir şölene döner. Birlikte herkesin hayranlık duyacağı bir görüntü oluştururlar. İşte insanlardan çıkan fikirler de onun toplumla arasındaki bağı kopartmak yerine o bağı sağlamlaştırır. Düşüncelere saygı duyulduğunda, farklı fikirlerin aslında dünyaya açılacak yeni pencereler olduğu anlaşıldığında fikirlere sıkıca tutunulur. Fikirler ayrıştırıcı değil de birleştirici olur. Böylece toplumun yaşam sınırları genişler. Küçük bir daire ile hayatına başlayan toplum gelişir ve büyür.
Gelişen toplum, gösterinin bir parçası olmaktan kurtulur. Yönlendirilmeye izin vermez; ideolojinin yarattığı ve sadece seyretmesine neden olan gözlüklerden kurtulmuştur toplum. İnsanların sömürülmesine, kitleleştirilmesine dur denilecektir. Otoritenin yarattığı ,insanın kendi türünün ölümünü bile önemsemediği ,bilinçsizlik durumu farkında olan toplum aracılığı ile temizlenir. Arınma başlar, çatlaklar doldurulur, toplum bütünleşir.
"Kadınlara tecavüz etmenin doğru olmadığını ifade edeceğiniz bir devlette yaşamak istemem. Bu değerlerin tartışmaya açıldığı bir toplum nasıl bir toplumdur? Tecavüz fikrinin kesinlikle mide bulandırıcı ve çılgınca bulunduğu bir toplumda yaşamak isterim. Ve aynısı ırkçılık, faşizm ve diğerleri için de geçerli." (İmkansızı İstemek - Slavoj Zizek)
Gelişen ve bütünleşen toplum belirli değer yargılarına sahiptir. Her düşünceye açık olmak, saygı ile temellendirilir. Düzeni oturtulmuş ve ilerlemesini sürdüren toplumda ahlak baş tacı yapılır. Boş eleştirilerle değil değişimle eksiklikler doldurulur. Herkes için , toplumun devamlılığı için herkes hamura bir şeyler katar. Hamur ise kendi kendine şekillenmiş olur.
Topluca düşünmek değil de toplumca düşünmek başladığında, birey hapsolduğu karanlık zamanlardan kurtulacaktır. Birey toplumsallığı yakaladığında çok güçlü olur. Bu otoritenin yalanlarla doldurduğu şişme güç değil gerçek, mücadeleci güçtür. Topluma saldırılar her zaman gerçekleşecektir. Otorite toplumu kendine düşman sayar. Çünkü otoritenin gücünü emip kendisine iyi bir dünya hazırlar toplum. Kenetlenip mücadele eder ve üretir. Bu, güç timsalinin oyunlarını bozar. Simülasyonların işlemediği, ideolojilerin geçerliliklerini yitirdiği an otoritenin çöküşü başlar. İnsan bu kurmacalardan sıyrıldığında özgürleşir. Düşünceler, değişimler özgürlükten doğar. "Kendinizi özgürleştirmek istiyorsanız, özgür olmalısınız" (İmkansızı İstemek, Slavoj Zizek)

İnsanın özünde çok fazla değer yatar. Düşünebilmesi, farkında olması bu değerleri ortaya çıkaran ve güçlendiren etkenlerdir. Değerleriyle birlikte -bunlar onu kalıba sokan değil gelişmesine öncülük eden değerlerdir, insan olmanın getirisi olan değerler.- insanca var olur. Gücü silahlarda, kaosta, ölümde değil düşüncede arar "insanlar." Böyle insanlardan da güçlü bir toplum oluşur. Ahlaki değerlere sahip, aydınlanma yolunda ilerleyen bir toplum meydana gelir. Gelecekteki özgürlüğün, bağımsızlığın, adaletin habercisidir bu. Toplumun geleceğinin habercisidir.
Bir fikir sahibi olmak, onu kullanabilmek ve başka fikirlere saygılı olmak paha biçilemez bir güçtür, iyiliktir. İnsan elindeki bu birleştirici gücün farkına vardığında ne şekilde üstüne gelinirse gelinsin toplum bütünün parçası olmayı sürdürür. Mücadelesinden, fikirlerinden, ahlakından ve toplumundan vazgeçmez.
"Millî ahlâkımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle beslenmeli ve güçlendirilmelidir." (Mustafa Kemal Atatürk)

Hiç yorum yok: