2 Haziran 2016 Perşembe

Melisa Cesur / Cahit Elginkan Anadolu Lisesi / Kocaeli

"Bizim kadar sıcak olan ve bizim kadar soğuk olan bir şey bizi ne ısıtır ne de soğutur."  Anaksagoras
Özgün Armoninin Diktesi

Doğa kendine ait devinimleri oluşturmaktan ziyade, kaynağını belit bir kaynaktan alan devinimdir.
Gerçekliğin yaşamını, Vedalarda sözü edilen Advaita öğretisi bağlamında ele alırsak, onu devinimle özdeşleştirmemiz yalnızca oluşum aşamasında mümkün olur, çünkü; gerçek var oluş, Atman'ın ve Brahman'ın iki ayrı benliğinde bölünmüş olarak değil, son sahfada birbirleriyle özdeşleştikleri tek benliğindedir. Gerçekliğin iki ayrı kavramda düşünülmesi, onun tamamlanabilir ve yenilenebilir olduğunu göstermiştir, işte doğanın devinim kaynağı budur. Oluşum sürecindeki gerçeği var olarak kabul eden Herakleitos perspektifinden var oluş, zaman ve kendisiyle vital ilişki kurmaktan -ilişkisizlikle var olmaktan- yoksundur, dolayısıyla; gerçek, yalnızca oluşum sürecindeki bir kavram olarak ideaların üzerinde bulunur, Atman ve Brahman'ın özdeşleştikleri son safhaya uzanan sürecin, zamanın gerçeklik ve varlık üzerindeki hükümranlığını bir kez daha kanıtladığını söyleyebiliriz.
Döngüsel çizgiden ayrılmayan zamanın "yaşam" olarak adlandırılması gerçeklikten uzaktır,çünkü bu, gerçekliğin zamanla olan ilişkisine hapsolduğu anlamına gelir. Oluşlar arasında gerçeklik derecelendirmeleri kurup yaşamaktan ziyade, onları ayrık bir var oluş olarak yaşamımıza katmak gereklidir, mamafih ancak birbirleriyle derecelendirilme ilişkisi kurulmamış kavramlar -ayrık olduklarından- devinimin var oluşunu sürdürebilirler fakat bu onların arasında çatışıklık olmadığını göstermez, lakin; onlar ayrık olaylardır ve birbirlerini zihnimizde devrim olarak meydana getirirler. Russel de belki buna istinaden "Sorgulayan Denemeler"inde, "Gerçek dünya zamanda ve uzayda olamaz; birbirleriyle iç içe ilintili şeyler içeremez." demiştir. Gerçek dünya nesneleri zihnimize, "Platon İdeası" tabanında isterse Marx'ın, isterse Hegel'in diyalektiği aracılığıyla yansısınlar, birbirleriyle ilintilerini bizim spesifik yapılandırıcı düşünme şeklimizle ortaya çıkarırlar, adeta bir müzik gibi dikte edilir yaşam.
Pisagor müziği keşfetmiştir -belki de yaşamın paradigması olarak-! Evet, onu demircinin işlediği demirden yansıyan seste bir değişimin akustiği olarak keşfetmiştir. Var oluşu notalara aktardığımızda, onları okumak için iki diyalektikten de uzak bir algılayış biçimi geliştirmemiz gerektirir, kendi 'Kürelerimizin Müziğini' dikte etmek ve özgün armonisini kavramak (amusie visuelle) halinde meydana gelir, yani müziği ortaya çıkaran hareket unsurunu görüp müzik olarak algılamayıp, onu hareketten bağımsız bir kavram olarak ele aldığımızda, böylece müzik, sub specie aetarnitatis (sonsuzluk bakış açısında) gerçek ünvanını kazanır. Dikte ettiğimiz armoni zamanın helezonik yapısından başka bir hal almayı başarmış olur ve oluşu da başlamamış ve bitmemiş olduğu üzere oluş sürecinden koparak gerçek var oluşu yakalar, bu kendi yaşamımızda var ettiğimiz armoninin özgün viviseksiyonudur.
Anaksagoras "Bizim kadar sıcak olan ve bizim kadar soğuk olan bir şey bizi ne ısıtır ne de soğutur." demiştir. Aynı notalar arasındaki süre aralığının farklı olanlara göre daha az oldukları zamanlardaki gibi, aynı olan bir notanın yani kavramın, olayın veya nesnenin zihnimizdeki etkisi derecelendirilecek bir etki olacaktır dolayısıyla yine derecelendirilmesine göre sıralanarak oluşunu idame ettirmek zorunluluğunda kalacaktır. Aslında daha soğuk veya daha sıcak bir olgu yoktur; soğuk veya sıcak vardır Atman ve Brahman gibi. Kavramları, benzerlik unsuru hasebiyle bir anoloji veya değişim varsaydığımızda, soğuk veya sıcak esleri yaratmaktan mahrum kalırız, oysa ki daha soğuk ve daha sıcak hiçbir şeye göre soğuk veya sıcak olanı yaratacak bir es oluşturmamızı engeller.
Nietzsche, o güzel bıyığının altından "Amor Fati" (yazgını sev) demiştir, tabi "tanrıyı ölüdren adamın" bu gafı bir fatalizm sevgisi değildir. Nietzsche, daha sıcak veya daha soğuk olanın -iyinin ve kötünün ötesinde olduğu gibi- algısal bir yapılanma sürecinde etkilere istinaden yaratıldığını bildiğinden karşılaştığımız olayları yani "Fati" yi hiçbir zamanla yani süreç ile kıyaslamadan kabullenmemiz gerektiğini savunur, zaten yaşadıklarımız daha önce kesinlikle yaşanmış şeyler olup algılanım sürecinden geçirilmişlerdir biz ise bunu somut olarak düşünmek istediğimizde yaşamımızı bir gelecek olduğu gibi tarih olarak da düşünmeliyiz. Yaşadığımız olayların doğumlarındaki çatışık ölüm kendi fiiliyatlarında kaybolmak üzere var olmuşlardır, tıpkı Sisifos'un sessiz neşesi gibi. Sisifos, kendi nesnesi olan taşı, hep daha yukarı itme ereğiyle sürükler ve yeniden var eder. Onu var etme içgüdüsü daha yukarı çıkarmak veya daha aşağı yuvarlamamak değildir, taşın hareketi onun için var oluşu oluşturmaz, müzik taşın hareketi değil, zamandan, bir süreçten, bağımsız olan gerçekliğindedir ve bu gerçeklik tarihte var olmuş olmasına rağmen Sisifos kendini daha sıcak ve ya soğuk hissetmediğinden yorulmaz, geçmişte olan geleceği de, gelecekteki geçmişi de onu yormamaktadır. Çünkü müziğin bağımsızlığının simülarkı bir başlangıç veya son olmaksızın evrene yansıyabilecek tek duygudur. Hararetli bir duygu nevrozu sonucunda gerçekliklerin en büyüğüne ulaşmaya çalışan insan (orji altında olan) aslında müziğe ulaşma çabasındadır, fakat; belirli bir perspektife sahip olduğundan en büyüğe yani Sisifos'un dışarıdan bakıldığında dahi görünmeyen zirve hedefine ulaşmak için içgüdüsel bir direniştedir. O, gerçeği anemnesis (geçmişte olan yargıları hatırlayarak) öğrenecek ve sorgulama metaforu ile bazılarını kabul ettiğinde yaşadığını düşünecektir, sorgulamasının da bundan süregeldiğini bilmeden.
Gerçekliği keskin bir sonsuzluk açısı için gereken, bir Sisifos edasıyla taşı yukarı itip bıraktıktan sonra, başımızı kaldırdıp ellerimizde oluşan ese kulak vermek ve Van Gogh nasıl "Ağaç" algısını -ağaçların tepelerini- tuvalinde yıldızların üzerilerinde gezdirdiyse, kafamızda Gogh olmadan, nesnemizi kalıplaşmış bir zirveye değil, nesnemizle oluşturduğumuz hareketi ve armoniyi, yine hareketten ve görselden bağımsız olduğundan, yalnız ve ayrık bir nasyon olarak düşünüp kendimizin geçmiş ve gelecek müziğini oluşturmaktır.
Tamamlanmamış Lacrimosa uzayda, Mozart'ın beyin dalgalarıyla tınlıyor.

Hiç yorum yok: