2 Haziran 2016 Perşembe

Gülşah Dim / İzmir Amerikan Koleji / İzmir



Bizim kadar sıcak olan ve bizim kadar soğuk olan bir şey bizi ne ısıtır ne de soğutur."
Anaksagoras
UYANMA CESARETİNİ GÖSTERMEK
Çok soğuk bir havada, ellerimiz bus keserken sarıldığımız sıcak bir vücut bizi güvende hissettirir. Çok sıcak bir günde içtiğimiz büyük bir bardak buzlu su, içimizi ferahlatır, bizi serinletir. Öfkemiz yüzünden düşünemeyecek hale gelmişsek, sakin ve mantıklı bir akıl, öfke alevinde yanmamızı, çevremizi de yangın yeri haline dönüştürmemizi engeller. Bir balon misali havalanmışsa umutlarımız ve hayallerimiz, dünyaya daha gerçek bir pencereden bakan gözler, bizim gökyüzünde kaybolmamızın önüne geçer. O zaman, durmaksızın yükselmekte olan bu balon, görmeye başlar. Gökyüzüne dokunamayacağını ve yükselmek için içindeki gazdan çok daha fazlasına ihtiyacı olacağını anlar. İşte bu etkileşimdir, değişimdir. Ne var ki aynı tip maddeler birbiriyle etkileşime girmez, aynı sıcaklıktaki objeler arasında ısı aktarımı olmaz. Etkileşim ve aktarım için farklılıklara, zıtlıklara ihtiyaç vardır.
Hiç farklılığın olmadığı monoton bir hayat, derin bir uyku gibidir. Yaşadığını sandığın rüyalar, seni hiçbir yere taşımaz. Gözlerin kapalı, duyuların olabildiğince pasiftir. Derin uykuda olan bir insanı ancak ne uyandırabilir? Uyuyan bir insana dokunulmadığı, kendi rahat alanından çıkması gerekmediği sürece orada öylece yatmaya devam edecektir. Ancak odanın sessizliğini yırtan tiz bir çığlık ya da yüze çarpan bir kova su onu kendine getirebilir ki uyandığında bu durum pek de hoşuna gitmeyecek, böyle uyandırılmış olmaktan şikayet edecektir.
Çevrenizdeki insanlara bakın... Onlarla konuştuğunuzda çoğunun gözleri açık birer uyurgezer olduğunu farkedeceksiniz. Bunun tek sebebi, onlara bağıracak ya da yüzlerine bir kova su çarpacak bir insan olmamasıdır. Toplumda insanlar, ilişki kurmak için hep kendi gibilerini ararlar. Yaşamak için bildikleri yerleri seçerler. Kimileri doğdukları kentin on metre dışına bile çıkmaz. Evden işe, işten eve, evden okula, okuldan eve giden en kestirme yolları bir gün olsun değiştirmezler. Başka seslerden, başka ruhlardan gelen düşüncelere, kendilerine uymuyorsa kulak tıkarlar... Bir sabah kalkıp bayiden karşıt görüşe ait bir gazete almak, angarya gelir. Kendilerinden daha üstün olduğunu düşündükleri insanların arasına, sırf eleştirilme korkusuyla giremezler çünkü bir kere eleştirilmek demek kendindeki bir kusurun farkına varıp artık onu görmezden gelememek demektir ve maalesef insanlar kusurlarını görmekten ölesiye korkarlar. İnsanlar değişimden, özellikle de dış bir etkenin onları değiştirmesinden korkarlar.
Zıtlıklar içinde bir harmoni yaratmak, tıpkı etkileşime giren iki maddenin ortaya yeni bir madde çıkarması gibidir. Tabi ki düşüncelerin etkileşime girmesi, maddelerin etkileşime girmesinden çok daha zordur çünkü çarpıştığında uçak kazası etkisi yaratabilir. Şu hayatta dünyevi zevklerden sonra insanların en çok bağlandıkları şey doğru bildikleridir çünkü doğrularıyla gerçekleri bir sanarlar. Yine de ne olursa olsun, bu sarsıntıya hazırlıklı olup, düşünceleri çarpıştırmak önemlidir. "Bizim kadar sıcak olan ve bizim kadar soğuk olan bir şey bizi ne ısıtır ne de soğutur." Olabildiğince bilimsel gibi gözüken bu cümlenin altında bu yüzden derin anlamlar yatıyor. Dünya üzerindeki milyonlarca insan ne ısınabiliyor ne de soğuyor ve yaşamlarını "değerlerinden hiç ödün vermeden" bitirmekten iftihar duyuyorlar.
"Bizim kadar" ve "bizim gibi" insanlara, olaylara, yaşantılara yaklaşırken onların bizi geliştirmeyeceğini, sadece evimizde gibi hissetireceğini bilmemiz lazım. Zıtlıklara ayak uydurmayı, zıtlıkların ancak yan yana geldiklerinde siyah ve beyaz gibi fark edilip dikkat çektiklerini anlamamız lazım. Herkes gibi olursan, okyanusa dökülen bir bardak su nasıl şeffaf akıntıya karışıyorsa sen de şeffaflaşır, görünmez olursun. Herkes boğulmaktan korkar, oysa ki akıntıya karışıp kaybolmak daha ürkütücüdür çünkü arkanda yaşamış olduğuna dair hiçbir iz bırakamazsın.
Yazımın başında verdiğim örneklerde çatışmanın aksine rahatlama ve uyum vardı çünkü söz konusu kişiler bu konuda istekliydiler. Bunun bir sebebi de daha önce bulundukları koşulların onlara zarar vermesi ya da onları rahatsız etmesiydi. Mecaz anlamda almış olsam da soğuktan donmak da, sıcaktan erimek de, öfkeden delirmek de olumsuz koşullardır. Ne var ki değişikliği sadece kendimizi kötü hissettiğimizde aramamalıyız çünkü ünlü Yin-Yang felsefesinİN de söylediği gibi her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde de bir kötülük vardır. Yani bizim için iyi olduğunu düşündüğümüz bir durum bizim algılarımızın yettiği çerçevede iyi gözüküyor olabilir. Tıpkı Platon'un "Gölgeler Dünyası" benzetmesinde olduğu gibi, dışarı çıkıp Güneş'i görmeden hiçbirimiz mağarada kısılı kaldığımızı ve gölge oyunlarına kandığımızı anlamayız. Ancak geri döndüğümüzde, geride bıraktığımız kişiliğimizin sığlığını farkederiz. Mağaranın içinde çıkış uzak ve korkunç görünür, güneşe çıktığımızda ışık başta gözlerimizi kamaştırır ama ilk adımı atıyor olabilmek, bizim etkileşimimizi, değişimimizi ve yeni bir insana dönüşümümüzü simgeler. Eğer biz onları her daim açık tutarsak, gözlerimiz ışığa alışır. Bu açıklık, gözlerin önüne görünmez bir perdenin indiği uyurgezerlik hali değil, tam anlamıyla dinç bir uyanıklık olmalıdır.
Kimileri diyebilir ki uyanıkken dinç olabilmek için iyi bir uyku çekmek gerekir. Diğer bir deyişle insan aydınlanmak için bir "Cahiliye Dönemi" geçirmelidir. Bu kısmen doğru sayılabilir çünkü başta da bahsettiğimiz etkileşim olayı çerçevesinde bilgiyi öğrenebilmek için o bilgiden yoksun olmak gerekir, aksi takdirde var olan tekrar edilmiş olunur. Blaise Pascal'ın da dediği gibi "Gerçek, onu öğrenen için, onu söyleyenden daha yararlıdır.".Burada anahtar nokta üşürken bir ısı kaynağına ihtiyacımız olduğunu bildiğimiz gibi uyurken de yatağımız ne kadar rahat, rüyalarımız ne kadar güzel ve gerçekçi olursa olsun, son raddede kendimize uyandırıcı bir çimdik atmamız gerektiğini farketmektir.
Gündüzün geceye, yaşamın ölüme durmaksızın evrildiği dünyamızda, zıtlığın ve değişimin kaçınılmaz olduğuna dair bir mesaj var. Zıtlıklar kimi zaman nötr hale geliyor, kimi zaman yer değiştiriyorlar. Eğer farklılıklarla yüzleşmeye cesaret edersek, kendi fanusumuzu kırarsak, bizi dışarıda bekleyen sürprizi kucaklar, yeni bir kişiliğe, daha olgun bir ruha doğru yelken açarız ve seyahatimiz hiç son bulmaz. O zaman akıntıya kapılmak yerine rotamızı kendimiz yeni ufuklara çeviririz.

"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.
W.SHAKESPEARE

Hiç yorum yok: