2 Haziran 2016 Perşembe

Hatice Nur Ağba / Çukurova İmam Hatip Lisesi / Adana

"Bizim kadar sıcak olan ve bizim kadar soğuk olan bir şey bizi ne ısıtır ne de soğutur."  Anaksagoras
-AL ELİNE FIRÇAYI-
Günümüz herhangi bir insanın yaptığı herhangi bir şeyden dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi birinin rahatlıkla haberdar olabildiği bir zaman dilimi...Bu önü alınamaz sosyallik(?) ve iletişim(?) maalesef ki insanlık için büyük bir tehlike arz ediyor. Müthiş bir üzüntüyle insanların aynılaşmasını izlemekteyiz. Öyle ki artık; giyinmenin, yemenin, gezmenin, eğlenmenin hatta ve hatta düşünmenin dahi modası oluşturulmuş durumda.

Yıllardır gelecekte robotların dünyayı ele geçirmesiyle ilgili çokça kurgulanan, filmlere ve kitaplara konu olmuş bir senaryo var. Fakat korkmamız gereken bizim elimiz ve zihnimizden çıkan robotların dünyayı ele geçirmesi değil; asıl korkmamız gereken bizim robotlara dönüşmemizdir. İnsanlık olarak şu anki durumumuzda bu çok da imkansız , çok da uzak değil çünkü...

Bugün kendimizce "fenomen" veya "ünlü" dediğimiz kişiler sosyal medya aracılığıyla toplumu öylesine etkileyip yönlendiriyor ki, söyledikleri her söz, yazdıkları her yazı toplumun gündemini belirliyor. Onlar bazen kadına şiddeti dillendiriyor;bir süre kadına şiddet konuşuluyor. Bazen duyarlılıkları tutuyor mültecilere, dünyadaki açlığa ne kadar üzüldüklerini anlatıyorlar; bakıyoruz ki sırf bu yüzden konuyla hiç ilgilenmeyenler bile o konuyu tartışır oluyor. Ama onlar sustuğunda maalesef ki toplum da tekrar sessizliğe bürünüyor. Toplumun çoğunluğu kendi düşüncelerini kendi değerlerini yansıtamıyor ve o "fenomen" veya "ünlü" lerin düşünceleri doğrultusunda düşünüyor, konuşuyor. Burada W. Lippmann'ın şu sözü üzerinde durmak gerekir. "Bir yerde herkes aynı şeyi düşünüyorsa,hiç kimse fazla bir şey düşünmüyordur". İşte toplumun bu hale gelmesindeki asıl sebep bu; fazla düşünmemek veya kendi fikirlerini başkalarınınkine kıyasla küçümsemek.

Farklılaşmanın önündeki bir engel de elbette çoğunluğa uyma eğilimi... Bu sıralar sosyal medyada şöyle bir gezindiğiniz zaman birçok kişinin kahve ve kitap fotoğrafı paylaşımını görürsünüz. Trajikomiktir ki kitaplar aynıdır. Veya alışverişe çıkarsınız, o yıl çıkan bazı giyisilerin hemen her mağazada aynısı vardır. Bu, tabii ki de herkesin zevkleri aynı olduğu için değilr; bu çoğunluğa uyma eğiliminin korkutucu bir sonucudur.

Einstein, "Teknolojimiz insanlığımızı geçmiştir." derken ne kadar da haklıydı.Çünkü teknolojimiz hızla gelişiyor fakat bununla beraber insan olmanın en büyük nimetlerinden olan farklı olabilme yeteneğini da aynı hızla kaybediyoruz.Yazımın başından bu yana bahsettiğim gibi gün geçtikçe aynı şeyleri giymeye, aynı kitapları okuyor, aynı filmleri izliyor ama en korkutucusu aynı şeyleri düşünüyor insanlık. Öyle bir görünmez dayatma var ki; farklı düşünen insan kendisini garip hissediyor, farklılığını bir zenginlik olarak göremiyor. Halbuki Oscar Wilde "Herkes benimle aynı fikirdeyse yanılmış olmaktan korkarım." diyerek toplumda asıl olması gerekenin görüş farklılıkları olduğunu çok iyi bir şekilde dile getirmiştir. Ama bakıyoruz ki toplumun büyük kısmı farklı olanı dinlemek, anlamak yerine aşağılayıp dışlamak konusunda oldukça ısrarcı.Peki bu şekilde insanlık gelişebilir mi? Yeni zevkler, yeni tatlar, yeni kültürler ortaya çıkabilir mi? Cevap çok açık; "Bizim kadar sıcak olan ve bizim kadar soğuk olan bir şey bizi ne ısıtır ne de soğutur." Yani belki insanlar aynı olduklarında bir şekilde mutlu olduklarını zannederek yaşarlar fakat gerçek mutluluğun ne olduğunu anlayamaz, herhangi bir gelişme kaydedemezler. Zaten şu an teknolojideki, bilimdeki, sanattaki gelişmeler de çoğunluğa uymaya çalışmayan, farklı düşünen az sayıdaki insanlar sayesindedir.

Farklı olmak konusunda dikkat edilmesi gereken bir husus daha var. Farklı olmakla zoraki farklı olmaya çalışmak arasındaki ayrımı yapmak. Çünkü maalesef ki bu konuda da çok ciddi sıkıntılarımız mevcut. Her gün televizyonda, sosyal medyada kendini entelektüel olarak tanıtan kesim -tabii ki bir kısmı hariç- buna örnek verilebilir. Zoraki bir şekilde konuşma dilini karmaşıklaştıran, az bilinen sözleri kullanarak egosunu tatmin etme ve "ben sizden daha bilgiliyim" imajı verme çabası içinde olan yani az fikir çok lafa sahip bu kesim-ki bunun içinde maalesef bir kısım felsefeciler de var- toplumun düşünsel faaliyetlerden uzaklaşmasındaki sebeplerden birisidir. Çünkü bu kesimin malum tavırları insanlarda sanat, bilim ve felsefe konusunda ön yargı oluşmasına zemin hazırlıyor. Dolayısıyla kendi felsefesini, kendi sanatını kendisi icra etmeyen toplum kendisinin de bu yanlışıyla beraber giderek bir başka kesimin ideolojilerinin kölesi haline geliyor, kendisini onlara uyma zorunluluğu içinde hissediyor.

Farklı olmanın farklı düşünmenin değerini Aldous Huxley'in Cesur yeni Dünyasındaki tekdüze, yapay bir mutluluk içindeki insanlarına bakarak kolayca anlayabiliriz. Anladıktan sonra da bizim de bu istikamette olduğumuzu acı bir şekilde fark eder, bunun bize nelere mal olacağını öngörebiliriz. Bu gidişatı durdurmak için yapmamız gereken farklı insanları hor görmeden önce onları da anlamaya çalışmak, gerekirse tartışmak. Fakat asla onu hazır kalıplara sokmaya çalışmamak. Makamı, milleti, sosyal statüsü ne olursa olsun herkesin fikirlerinin değerli olabileceğine inanmak ve buna göre davranmak. En önemlisi de kendi fikirlerimizin değerlerinin farkına varıp başkalarının ideolojilerinin kölesi olmaktan vazgeçmek.İşte bunları yaptığımız zaman insanlık olarak aynılaşma felaketinden kurtulabilir ,gerçek manada düşünsel , kültürel, teknolojik ve sosyal açıdan büyük gelişmeler kaydedebilir, herkesin aynı düşündüğü, aynı yaşadığı sıkıcı siyah beyaz dünyamızı farklılıklarımızla renklendirebiliriz. En iyisi fırçayı elimize alıp bir an önce bir uçtan boyamaya başlamak. Çünkü değiştirmemiz gereken büyük bir dünya var. Şunu bilmeliyiz ki dünyayı değiştirebilecek insanlar, onu değiştirebileceklerini düşünecek kadar çılgın olanlar, yani farklı olanlardır.
(1) Steave Jobs


Hiç yorum yok: