2 Haziran 2016 Perşembe

Kerem Aydın / ODTÜ GV Özel Lisesi / Ankara

"Toplumdan mutlak olarak kopmuş birey her zaman bir yanılsamaydı. Bağımsızlık, özgürlük tutkusu, halden anlamak ve adalet duygusu gibi en beğendiğimiz insani özellikler bireysel olduğu kadar toplumsal özelliklerdir. Gelişmiş birey, gelişmiş bir toplumun ürünüdür. Bireyin kurtuluşu, toplumdan kurtuluş değil, toplumun atomlaşmadan kurtuluşudur – doruk noktasına kollektifleşme ve kitle kültürü dönemlerinde çıkabilen bir atomlaşma." Max Horkheimer , Akıl Tutulması, Metis Yay. S.150


Parçalanmış Toplum, Postmodern Birey ve İktidar
Sanayi devrimi ile beraber ortaya çıkan modern birey ilk defa yönetimde söz sahibi olmaya ve inandığı bir ideolojiyi yaymak veya inandığı ideal düzeni getirmek için toplumsal bir hareketin parçası olmaya başlamıştır. İkinci dünya savaşı ve ardından gelen soğuk savaş yıllarında kapitalist düzen ve serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaşması ve nihayetinde kapitalist düzenin karşısındaki en büyük güç olan Marksist-Leninist anlayışın ortaya çıktığı (Marksizm Almanya'da ortaya çıkar.) ve en yoğun uygulandığı Komünist Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliğinin özünden kopmuş ve bozulmuş ekonomi anlayışı yüzünden yıkılmasıyla beraber Kapitalizm’in yayılmasını ve dünyadaki hakim güç olmasını engelleyecek büyük bir engel kalmadı. Bu döneme kadar modern birey yönetimde söz sahibi olmak için savaşmış, devrimler yapmış ve haklar elde etmişti.
Hakim gücün kapitalizm olduğu bir dünyada iktidarlar ve toplum da buna göre şekillendi. Günümüzde yönetim biçiminin cumhuriyet olduğu demokrasinin bulunduğu düzenlerde iktidarın gücünü, ürettiği politikalardan ve bu politikayı oylayan halktan almaları beklenir. Fakat kapitalizmde mutlak güç olan para ülke rejimlerini de etkilemiş ve parası olanın sesini duyurabildiği bu düzende yönetme arzusu bulunan insanlar sırtlarını halka dayamak yerine paraya dayamaya başlamışlardır. Para kapitalizm de en önemli ve en büyük güçtür çünkü insanların sonsuz bir paraya ulaşma hırsı vardır. Elinde parası olan bir adam rahatlıkla başka bireyleri satın alabilir ve kendisi yönetime geçebilir veya yönetimi maniple edebilir. Kapitalizmde bireyin paraya ulaşma hırsının sebebi bireyin paranın mutluluğun tek kaynağı ve toplumda sınıf atlattıran bir güç olduğu yanılgısına sahip olmasıdır.
Michel Foucault “Normal insan kurgudur.” Cümlesinde aslında hırslarına yenik düşmüş postmodern birey eleştirisi yapmaktadır. Postmodern bireyin zengin olmak, kaliteli bir eğitim almak, güzel bir kadınla evlenmek gibi bilinç altına iktidarın medya, sosyal medya, sinema gibi yollarla soktuğu hayalleri vardır. İnsanın bu hayaller kurgusunun dışına çıkması onu düzen karşıtı, tembel, serseri yapar. Postmodern bireye göre bu hayallere ulaşmanın yegane yolu paradır. Para onun iyi bir okula gitmesini sağlayacak veya ona güzel bir kadın sağlayacaktır dolayısıyla para onun tatmin olmasının tek yoludur. Parayı kendi tatminkarlığının tek yolu olarak görmek insan doğasını tek boyutta incelemek demektir. Fakat insan bu bireyin sandığının aksine çok boyutlu bir varlıktır, insan sanatla veya inandığı bir amaç uğruna hareket ederken de tatmin olup mutlu olabilir. Fakat toplumsal hareketlerin önüne geçmek isteyen ve toplumu daha güdülebilir hale getirmek isteyen iktidar paranın alacağı ürünlerin reklamını yaparak hem tüketme hırsını arttırır dolayısıyla ancak parayla tüketimin yapıldığı bir ortamda kendi düzenini sağlamlaştırır. Postmodern birey modern bireye göre daha umursamaz ve bencildir. Onun bazı gerçekleştirmesi gereken hayalleri vardır ve bu hayallere giden her yol mübahtır. Dolayısılyla hırsızlık yapmak, başka insanları sömürmek vicdanını rahatsız etmez veya dünyadaki düzensizlikler ve adaletsizlikler o hayaline ulaştığı sürece küçük ayrıntılardır. Burada bu bireye dikte edilmiş sahte hayallere kolay yoldan başkalarının omzuna basarak ulaşmak aslında onu asla tatmin etmez. Burada Hegel’in “Hayalleriniz bırakın hayal kalsın.” ve Nietzsche’nin “Arzu edilenden çok arzu etmeye aşığız.” Anlayışları devreye girer çünkü insan bir nesneyi elde ettiği an o nesne değersizleşir çünkü o nesne artık hayal olma özelliğini yitirmiş o birey için bir gerçeklik olmuştur, eskiden uzaktan hayalini kurduğu nesne elinin altındadır ve o nesneye yakından bakarak kusurlarını görür ve belki o hayalinden nefret eder. Fakat birey için hayallerinin nesnelerden oluşma süreci bitmemiştir çünkü birey artık ona göre daha değerli bir nesneye aşık olmuştur. Birey daha büyük bir ev yeni model bir araba istemeye devam eder. Bireyin bitmek bilmeyen tüketme hırsını körükleyen kısır döngü başlamıştır. Belli bir kesimin sömürüldüğü belli bir kesimin semirdiği bu sistem toplumda kopuklaşmaya ve sadece kendi gelceğini umursayan bireyin diğer bireylerden kopmasına sebep olur.
Kapitalist sistemde birey serbest piyasa ekonomisini de getiren liberalizmin de etkisiyle özgünleşme diğerlerinden farklı olma kaygısı gütmeye başlar. Özellikle soğuk savaş yıllarından sonra insanları bir araya getiren ideolojiler küçümsenmiş, ideolojilerin insanın özgür düşünme ve davranma yeteneğini elinden alan kurumlar olduğu iddia edilerek yerilmişlerdir. Egemenler daha sonra toplumsalcı akımlar yerine bireyselci akımlar önermiş ve her insanın kendi değer yargısı olması gerektiği savunulmuştur. Teorikte her insanın değerlerini kendisi belirlemesi kulağa güzel gelse de bir süre sonra değer yargısı olmayan post modern bireyler ortaya çıkmıştır. Bireyselci bakış açısıyla şekillendirilen toplumların bir süre sonra daha rahat güdüldüğü görülmüştür çünkü toplum örgütlenme ve dayanışma ruhunu kaybetmiş, herkesin kendini kurtarma derdinde olduğu birlikteliğin kuvvetinden yoksun sürüler haline gelmiştir. Günümüzün “özgür düşünceli” bireyi 60 sene öncesinin toplumsalcı “ideolojik bakışlı” bireyinden daha az güdülebilir değildir.
Kapitalist sistemde amaç işçinin ürettiği artı değeri satarak kar elde etmektir. Bunun için tüketim hiçbir şekilde durmamalıdır. Tüketimin durması sistemin çöküşü anlamına gelir. Burada yine bireyin farklılaşma kaygısı devreye girer. Postmodern birey özgünlüğünü ilan etmek için giyimini, görünüşünü, evini de diğer insanlardan farklı hale getirmeye çalışır. Farklılaşma çalışması tüketimin dozunu sürekli arttırır. Fakat çeşidin artması ve bireyin farklılaşması onu rahatlatmaz. Çeşit miktarının çokluğundan dolayı birey belirsizlik ve yalnızlık hissine kapılır. Belirsizlik ve yalnızlık hissinin en önemli ürünü korkudur. İnsanlar korkularını yıkmak için kendi özgünleşme fikirleriyle çelişen ortalamaya yaklaşma ve çoğunluğun bir parçası olma isteğine kapılırlar. Kendini ortalamaya yakınlaştıran birey özgün olma hırsını tatmin etmek için birey sonunda çevresini daraltır, kendisine benzeyen fikirdaşlarını çevresinden uzaklaştırır. Bu durum toplumun örgütlenme ve egemen düzen karşısında tek bir kuvvet olma yetisini yok eder. Toplum bir kere daha parçalanmıştır.
George Orwell’in Hayvan Çiftliği ve 1984 romanları toplumdaki parçalananın nasıl bir felaketle sonuçlanabileceğini anlatan başaralı distopyalardandır. Hayvan çiftliğinde yazar hayvanları zaman içinde birbirlerinden parçalamış, üstün olan domuzları ve diğer hayvanları yaratmıştır. Gerçekleştirilen hayvan devriminden sonra zaman içinde gelen bu sınıf farkı sonunda domuzların diğer hayvanları sömürmesiyle sonuçlandırılmıştır. Domuzların diğer hayvanları sömürmesine karşı çıkanlar düşmanlaştırılmıştır. Roman Komünist düzenin adaletsizliğini eleştirirken alında bir taraftan şuan ki kapitalist düzende de olan sömürüden kaynaklı sınıf farkının nelere yol açabileceğini resmetmiştir. 1984 romanı ise aşkın bile yasak olduğu gerekli olmadıkça bireylerin birbirleriyle görüşmedikleri bir topluluğun ne kadar rahat güdüleceğini göstermiştir. 1984 romanında toplumu kurtaracak olan düşünme yetisi kazanmasıdır. Fakat düzen toplumun düşünme kabiliyetini elinden almak ve örgütlenmesini engellemek için dillerinde bile değişikliğe gitmişlerdir. Ayrıca romanda halkın sürekli meşgul tutulması onların aydınlanmasının önünde büyük bir engel olarak görülmüştür. Günümüzde de insanlar çeşitli uyuşturucular vasıtasıyla meşgul tutulmaktadırlar. Bu uyuşturucular arasında futbol, din, diziler sayılabilir. İktidar elindeki bu güçler vasıtasıyla hem toplumu uyutmakta ve kendi akıllarını kullanmalarının önüne geçmekte hem de kendi fikirlerini ve tüketme hırsını hedef kitleye aşılamaktadır.
Modern bireyi kendinden önceki bireylerden ayıran en önemli özellik onun bilimsel ve akılcı düşünceye tapacak kadar çok değer vermesidir. Post modern bireyi de modern bireyden ayıran en önemli özellik pozitivist düşünceye modern birey kadar inanmıyor oluşudur. Postmodern bireye göre kesin doğrular yoktur ve bilimsel bilgiler haricindeki bilgileri görmezden gelmek yanlıştır. İnsanın çok boyutlu doğası onun sadece aklının ışığında hareket etmesini engellemektedir. Post modern bireye göre mutlak doğrular olamayacağı için insanların değer yargıları farklılık gösterebilir. Bu durum Nietzsche’ye göre üst insanda olması gereken bir durumdur. Fakat yine Nietzsche’ye göre toplumda her zaman “mediocre” sürü de olacaktır. Günümüzde en büyük sorun büyük bir kitle olan ve henüz aydınlanıp kendi içlerindeki “sapare aude” devrimi gerçekleştirememiş bu insanların da birbirlerinden bağımsız değer yargıları oluşturmaları veya hiç değer yargısı oluşturamamalarıdır. Değer yargısı olmayan ve birbirlerinden kopuk yaşayan bu sürü iktidarın onlara medya, okul ve çeşitli şekillerde aşıladığı fikirlere ve uygulamalara biat etmektedir. Postmodern toplumun da en büyük sorunu bu sonsuz biat halidir. Bu sonsuz biat halinin önüne geçmek ancak Kant’ın aydınlanması halka yayılması ve Nietzsche’nin tanımını yaptığı postmodern üst insanın yaygınlaşması veya başka bir düzen kuruluncaya kadar insanların inandıkları büyük fikir akımları çevresinde toplanmaları ve birleşerek bir güç oluşturmaları ile mümkündür.

Hiç yorum yok: