29 Haziran 2019 Cumartesi

SinanKaban / Mehmet Niyazi Altuğ Anadolu Lisesi / İstanbul / Düşünyaz 6, Türkiye 8.si


Düşünyaz 6, Final Yazısı


"İnsanları edilgen ve itaatkar kılmanın en zekice yolu, kabul edilebilir düşüncenin alanını olabildiğince sınırlamak, ama o alan içinde 'canlı' tartışmaların yapılmasını sağlamak, hatta insanları o alan içinde kalmak koşuluyla daha 'muhalif' ve 'eleştirel' olmaya cesaretlendirmektir. Bu tutum, insanlara düşünce özgürlüğünün var olduğu hissini verirken tartışmalara sistemin koyduğu sınırları dayatır." Noam Chomsky
Sınırlar

İnsanlar yaşamları boyunca sürekli sınırlandırılırlar. attıkları her adımla beraber yanlarında bir prangayı da getirmiş olurlar. Bu pranga kimi zaman görülür bir şekilde ortada dururken kimi zaman insanları özgür kılan şeyin kendisiymiş gibi gözükür. Örneğin kölelik tamamen görülen bir pranga iken kapitalizm öyle değildir. Kapitalizm insanlara özgürlüğü vaadeder çalışın, uğraşın, çabalayın siz de özgür olun der. Çalışmanın insanlara getireceği tek şey paradır o da yaptığı işe göre değişir eğer o işten daha çok para kazanılacaksa çalışması karşılığında daha çok para alır eğer daha az para kazanılıyorsa daha az para alır. İnsanlar çakışmaları sonucu paraya ulaşır özgürlüğe değil hatta bu parayı kazanmaya çalışırken zamanlarını, emeklerini satarlar. Bir fabrika işçisinin yaptığı şey ortaya onun sahip olduğu bir ürün koymuyor ona ait bir şey yok o kendine ait olan şeyleri satıyor zamanını ve emeğini. Sonra da patronu onun zaman ve emeğini satarak ürettiği ürünü onun yaşadığı şehrin bir pazarında ona pazarlıyor. İşçi sattığı soyut olan zaman ve emeği sonucu oluşan somut ürünü alarak bir paradoksa giriyor. Aslında çok uç bir şey gibi gözükse bile gayet normal bir şey. İnsanlar görebildikleri nesnelere o kadar bağlılar ki göremedikleri şeylerin kıymetini, değerin, kavrayamıyorlar ya da kavramak istemiyorlar. Çünkü bu onlara sorumluluk katıyor süper egoları bu sorumluluğa karşı bir eylemde bulunması konusunda onu yönlendirmeye çalışacak ama id onun bu şeyden fayda sağladığını düşünüyor çünkü bu sayede insanın fizyolojik ihtiyaçları karşılanmış oluyor. İd ve süper ego arasındaki bu çatışmadan uzak durmak için insan bu konuları düşünmekten dahi uzaklaşıyor kendine verilen basit konular ile uğraşıyor onlar hakkında düşünüyor. Mesela maç sonuçları, siyaset, dedikodu gibi konular ile ilgilenerek bu çatışmadan farkında olmadan uzaklaşıyor veya uzaklaştırılıyor. Bu çatışmada uzak durması sadece idin söylediği bir şey değil aynı zamanda onun üstünde olan grupların ona dayattığı bir şey. Sorgulayan, düşünen birey toplum için tehlikelidir çünkü o kişi artık toplumdan biri değildir ayrışmıştır. Diğerleri gibi düşünmez, diğerlerinin ilgilendiği konular ile ilgilenmez daha protest konulara yönelir çünkü ona dayatılan düşünce sınırlarını aşmıştır ve diğerlerinin de aşmasını ister. Bu durum tanıdık gelmiştir evet Platon'un mağara alegorisi Platon'un mağara alegorisi şudur: İnsanlar boyunlarından ve vücutlarının diğer yerlerinden zincirler ile bir mağaranın kapısı sırtlarına gelecek şekilde bağlanmışlardır hareket edemezler sadece mağaranın ağzından gelen ışık sayesinde gördükleri gölgelere bakarak onları gerçek sanarlar. Bir gün birinin zincirleri açılıp serbest bırakıldığında bu kişi ilk başta gözlerini kısacak daha sonrasında bu şeylerin asıl gerçekler olduğunu fark edecektir. geri dönüp mağaradakilere bunu anlattığında ise kimse ona inanmayacaktır. Platon bunu milattan önce söylemiştir ve hala çokça doğru olduğunu görüyoruz. İnsan her geçen gün değişse de insanlık hep aynı kalıyor. Bunun en büyük sebeplerinden biri en çok insanların etkileşim içinde olduğu nesnelerin değişiyor olmasıdır. En çok bu nesneler değiştiği için insanlar bu nesneler ile birlikte anlamında değiştiğini düşünüyor ama aslında olan şey bu değil.İnsanlar boyunlarında bir zincir olmadığı sürece kendilerini özgür sanıyorlar ama bu zincirin bir sembolü olan kravatı bir gösteriş, bir güç sembolü olarak görüyorlar. Peki bunun sebebi ne? Neden insanlar bu şeyi kölelik olarak, sınırlandırılma olarak görmüyor da özgürlük olarak görüyor. Kendilerine sorduğunuz zaman hiçbiri kravatı yararlı bir amaç uğruna kullandığını söyleyemez hepsi böyle gerektiğini düşündüğü için, güç sahibi olanlar bu kravatı taktığı için takıyorlardır. Bir kumaş parçasına bu kadar anlam yüklemenin o şeyin köleliğin bir sembolü olduğunu söylemek ne kadar doğru diye sorulabilir elbette ama unutulmamalı ki Afrika ülkeleri ve diğer pek çok ülkede yapıldığı gibi boyna vurulan zincirler de aslında sadece bir metal parçası kravat ve zincir arasındaki tek fark yapıldıkları madde. Nesne değişse de anlam aynı kalmıştır.

Canlı tartışmalar

Chomsky insanaların belli sınırlar altında canlı tartışmalar yapılması sağlanılarak onları itaatkar hale getirebileceğini söylüyor. Bu konu hakkında sadece üç tane soru soracağım ve kendim cevaplayacağım. İlk sorum:
Bu canlı tartışmalardan kasıt ne? Bu konuya yönelik bir soru sorarak açıklama yaptım. Chomsky canlı tartışma derken devamlılığını sürdürebilen zamanla beraber değişebilen tartışmalardan mı bahsetmekte yoksa insanların hayatında onlarla birlikte olan tartışmalardan mı? Eğer devamlılığını sürdürebilen tartışmalardan bahsetmekteyse bu tartışmalar hayatın içinde çokça bulunmakta ama insanları itaatkar hale getiren tartışmalar değil. Örneğin uzun süredir olan tartışma konularından biri ''Doğru bilgi var mıdır?'' bu soruya binlerce yıldır yanıt aranıyor herkes kendince yanıtlar veriyor ama hiçbiri doğru kabul edilemiyor. Biraz incelersek ne kadar çok düşünce ne kadar çok cevap ne kadar çok doğru veya yanlış olduğunu göreceğiz. Bu incelemeyi yapmak için Antik Yunan'a gidelim sonrasında zaten bulunduğumuz ana geri döneceğiz. Antik Yunan'da ilk filozoflar olan doğa filozofları ''Evrenin arkhesi nedir?'' sorusunu sordular ve bu soruya yanıt bulmaya çalıştılar Thales ''Su'', Anaksimandros ''Apeiron'', Heraklitos ''Ateş'' ve diğer bir çok filozof farklı yanıtlar verdi. Daha sonrasında bu filozofları eleştiren sofistler ortaya çıktı bu insanlar hitabet üzerine insanlara eğitim veren kişilerdi bu yüzden sürekli dolaşıyorlardı dolaşırken bir topluma göre doğru olan şeyin başka bir topluma göre yanlış olabildiğini gördüler daha sonrasında ''Doğru bilgi yoktur.'' dediler onlardan sonra onları eleştiren septikler her şeyden şüphe edilmesi gerektiğini doğru bilginin varlığı ve yokluğu konusunun da şüphe edilmesi gereken bir konu olduğunu hatta her şeyden şüphe etmekten şüphe edilmesi gereken konular arasında olduğunu ayrıca epokhe'nin kullanılması gerektiğini de söylediler sonra ortaya dogmatikler çıktı bu kişiler ''Doğru bilgi vardır.'' dediler ama kendi aralarında çokça bölündüler. Örnek olarak rasyonalistler doğru bilgiye akıl ile ulaşabileceklerini söylediler çünkü asıl gerçeklik nesnelerde değil düşüncede diye kabul ediyorlardı onları eleştiren ampiristler doğru bilgiye akıl ile değil deney ile ulaşılabilir dediler çünkü bize doğru sonuç verebilecek olan tek şey deneylerdir dediler sonra her iki düşünceyi de eleştiren Kant kritisizm düşüncesini öne sürdü bu düşünceye göre akıl ve deney ayrı ayrı olmamalıdır. Deney yapılmalı daha sonrasında akıl ile yorumlanmalıdır. Sonrasında Ortaçağdaki kilisenin o eziciliğinin yıkılması ile ortaya çıkan pozitivizm bilim ile doğru bilgiye ulaşabiliriz demiştir. Sensualizm ise duyumları kullanarak doğru bilgiye ulaşırız demiştir. Analitik felsefe mantık dilini kullanarak doğrulara ulaşabileceğimizi söyler. Gördüğünüz üzere binlerce yıldır canlı bir tartışma ve amaç doğruyu bulmak bu tartışmanın insanları itaatkar hale getireceğini düşünmüyorum ama eğer Chomsky insanların hayatında olan tartışmalardan bahsetmekteyse haklı olabilir çünkü insan toplumsal bir canlıdır tek başına yaşamaktansa toplum içinde yaşamayı tercih eder bir aile kurup o aile ile yaşamak ister. Bu yüzden genellikle hayatına az önceki gibi ''Doğru bilgi var mıdır?'' gibi bir soruyu katmaz daha çok bugün ne yiyeceğini, ailesi ile nasıl vakit geçireceğini, arkadaşları ile olan ilişkilerini vesaire böyle şeyleri düşünür. O zaman Chomsky haklı çıkar çünkü insan bunları düşündüğü sürece oyalanır ve farkında olmadan itaat eder.

İkinci sorum: Canlı olan her şey ölecektir bu tartışmalar da öldüğünde insanları itaatkar halde tutabilmek mümkün olacak mı? Bu tartışmalar elbette son bulacaktır ama dualist bir mantık ile olaya bakarsak bir tartışmanın bir de karşıt tartışması olacaktır. Hegel'in diyalektiği kullanılarak şöyle bir sonuca ulaşabilir bir tartışma(tez) kendine karşıt bir tartışma(antitez) ile çarpışması sonucu bu iki tartışmanın arasında yeni bir tartışma(sentez) ortaya çıkacaktır ve bu şekilde bu tartışmalar sonsuza kadar devam edecektir. Buraya kadar bakıldığında Chomsky haklı gözüküyor ama şunu da unutmayalım ki Chomsky insanların düşüncelerini bir alana sınırlanması gerektiğini söylemişti. Oluşan yeni tartışmalar bu düşünce alanı içinde kalmak zorunda olacak mı? Bu düşünce alanının dışına çıkıldıktan sonra insanlar itaatkar kalmayacaklardır. Yani Chomsky tartışmaların ölümlü olması nedeniyle hatalı olmalı ama sorduğum üçüncü soru bu konuya biraz farklı bir bakış açısı getiriyor.

Üçücü sorum: Sadece tartışmalar mı canlı olmalı yoksa alanın sınırları da mı? Eğer sınırlar da canlı olursa oluşan yeni tartışmalar ile bu sınırlar genişleyecektir yani sürekli insanları itaatkar eden bir düşünce alanı oluşacaktır. Bunun sonucunda bir devinim ortaya çıkacaktır ama bu devinim insanların bilgi alanının sınırına geldiğinde duracaktır. Bu duruş olana kadar insanlar çoktan itaatkar olma durumundan çıkmış olmalıdır ama biz sonuna kadar geldiklerini kabul edelim. En sonunda insanları sınırlayan bilgi alanı kabul edilebilir düşünce alanını geçmiş olacaktır bu geçişten dolayı da insanlar kendilerinin içinde bulunduğu bu düşünce alanının içinde itaatkar olmadan yaşayacaklardır. 

Kabul Edilebilir Düşünce Alanı

İnsanları kabul edilebilir düşünce alanında kısıtlarken onların kelimelerini kısıtlamış olursunuz. Wittgenstein ''Kelimelerimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.'' demiştir. İnsanların düşünce dünyasını kısıtlamak için onların bildikleri kelimeleri azaltmalıyız. George Orwell'ın 1984 adlı romanında yapılan buydu. Dildeki kelimeler sürekli çıkarılıyordu zıt anlamlı kelimelere gerek duyulmadığına karar verilmişti, bir kelimenin anlamını arttırmak için başka bir kelime olmasına gerek yoktur deniyordu mesela mükemmel yerine çok güzel demek gibi zıt anlamda ise çirkin yerine güzel değil demek gibi. Bu şekilde dilde kelime sayısı azaltılıyordu aynı zamanda iktidara karşı olabilecek bütün kelimeler de kaldırılıyordu özgürlük kelimesi kaldırılıyordu biri özgürlüğü düşünse bile bunu diğer insanlara söyleyemediği için toplu bir ayaklanma bir isyan ihtimali ortadan kaldırılmış oluyordu. İnsanları bu alanın içine soktuktan sonra onların çıkması da mümkün olmuyordu. Chomsky'in dediği gibi canlı bir tartışma ortamı da oluşmuyordu çünkü tartışacak kelimeler yoktu. Kelimelerin eksikliği eylemlerin eksikliği ile sonuçlanır.

Özgürlük

Özgürlüğün ne olduğunu düşünmekle başlayalım. Özgürlük insanların istedikleri veya amaçladıkları şeyi önlerinde engel olmadan kısıtlama olmadan yapabilmeleridir. Bu şekilde özgürlüğün mümkün olaması imkansızdır hiçbir dış sınırlama olmasa dahi insan zihni sınırlıdır. Dışardan etkileyen kısıtlayan bit şey olmaması durumunda bile kendi kendini kısıtlar. Chomsky'in dediği yapıdaki özgürlük haline bakalım insanların özgür olduklarını düşündükleri bir ortam ama bu ortam kabul edilebilir düşünce alnının içinde yani sınırlı burada amaçladığınız herhangi bir şeyi amaçlamakta ne kadar özgürsünüz. En başında sizi belli bir sınıra kapatarak özgürlüğünüzün büyük bir kısmını elinizden almışlardır. Almamış olsaydılar sadece daha fazla özgür olurdunuz bunun dışında tamamen özgür olabileceğinizi hiçbir zaman söyleyemem çünkü bu imkansıza yakındır. Varolan her varlık yok olma ihtimalini barındırır bu ihtimal onu kısıtlar.

Existentialism

Existentialism'e göre varoluş özden önce gelir ve insan kendi özünü kendisi oluşturur bu yüzden kendi için varlıktır diğer varlıklar kendi özlerini oluşturamadıkları için kendinde varlık olarak kalmışlardır. İnsan kendi özünü oluştururken tamamen kendisi sorumludur ama bir yandan da çevre ile etkileşim halinde olduğu için çevresinden de etkilenir. İnsan özünü bulunduğu varolduğu ortamda oluşturur Heidegger dasein kavramı ile bunu açıklar. Dasein: Türkçe olarak dünyada olan diye karşılık bulabilir tabi farklı tanımları da olabilir net bir Türkçe karşılığı yok kelimenin. Heidegger'e göre insan var olduğu ortam içerisinde varlıktır dasein kavramı ile bunu açıklıyor zaten. Bu yüzden özünü oluşturmasında çevrenin etkisi olduğunu kabulleniyor. İnsan kısıtlanmış bir alanda kendi özünü nasıl oluşturabilir ki oluşturduğu öz ne kadar ona aittir. Existentialism'e göre insan yaptığı şeylerden soruludur bu yüzden özgürlüğe mahkumdur. Chomsky'in bahsetmiş olduğu durumda insan mahkum olduğu özgürlüğü sadece zannediyor yani böyle bir durumda insan kendi için varlık olmaktan çıkıp kendinde varlığa dönüşüyor. İnsan özgür olmadığı sürece nesneden farksızdır.

Sonuç

Chomsky bu aforizmada oldukça haklıdır. İnsanlar belli bir alanda kendilerini özgür zannederek yaptıkları hareketleri özgür olarak yaptıklarını düşünürken aslında sadece emirlere uyuyorlardır. Kendileri bile bunun farkında olmadan onlara verilen canlı tutulan tartışmaları konuşuyor ve sadece bunları düşünüyorlardır. İnsanlar itaatkar hale gelirken robotlaşıyorlardır. Kapitalizm'in son teknoloji ürünü: İnsan.




Düşünyaz 6, İkinci Adım Yazısı

“Mutluluk bu dünyada insan için yaratılmışa benzemeyen sürekli bir durumdur. Yeryüzündeki her şey, hiçbir cismin sabit bir şekil almasına izin vermeyen sürekli bir bakış içerisindedir. Etrafımızdaki her şey değişir. Biz de değişiriz ve hiç kimse bugün sevdiğini yarın da seveceğinden emin olamaz. Böylece bir hayat için kurduğumuz tüm mutluluk tasarıları birer hayal olarak kalır.” J. J. Rousseau
Rousseau bu sözünde insanların mutlu olamayacağını açık bir şekilde belirtmiştir. Mutluluk Rousseau'nun dediği gibi sürekli bir durumdur. Bu dünyada bu evrende sürekli bir şey yoktur her şey her zaman değişir. Bu değişim içinde mutluluk pek mümkün gözükmemektedir.

Canlı Değişimi

Bir çok şey değişmiştir bu zamana kadar ve değişmeye de devam edecektir. Hem varlık alanında gerçek dünyada olan değişimler hem de ideal alanda düşüncelerde olan değişikler. Peki bu değişimin sebebi nedir? Neden evren, düşünceler sürekli değişir? Canlılar çevreye uyum sağlamak için süreli değişmişlerdir. Cansız varlıklar da everenin içindeki bilimsel yasalar sonucu sürekli değişmiştir. Kütle çekim kuvveti buna örnek olarak verilebilir. Kütle çekim kuvvetine göre kütlesi olan her varlık birbirine bir çekme kuvveti uygular. Bu kuvvet sonucu evrende hareket oluşur gezegenleri güneşin etrafında döndüren kuvvet budur bu hareket sonucu maddeler çarpışmış ve gök cisimleri oluşmuştur örnek olarak Ay. Cansız varlıklar birbirlerine olan etkileri sonucunda birbirlerini değiştirirler canlılar ise hayatta kalmak için çevreye uyum sağlamak zorundadırlar zaten bu zorunda olma durumu sonucunda ''Evrim Teorisi'' denilen bir değişim mücadelesi oluşmuştur. Değişen uyum sağlayan hayatta kalmıştır. Evrim canlıların değişimini göstermiş hatta şema haline getirmiştir. Bunun sonucunda en son örnek insandır. İnsan sadece bedensel bir değişim gerçekleştirmez aynı zamanda yönetimsel değişikler de geçirir. Şuana kadar değişen çokça devlet yapısı vardır. Bunun ilk başında Rousseau devleti oluşturan şeyin sözleşmeler olduğunu söylemiş ve ''Toplum Sözleşmesi'' fikrini öne sürmüştür. Toplum Sözleşmesine göre insanlar devleti oluştururken kendi özgürlüklerinden vazgeçmişlerdir bazı şeylerden feragat ederek toplu yaşamı oluşturmuşlardır. Sonrasında bir çok yönetim şekli oluşmuştur. Monarşi, oligarşi, demokrasi, cumhuriyet ve bunlara benzer yönetim şekilleri vardır. İnsanlar sürekli değişim geçirmişlerdir kendi oluşturdukları yapıyı yine kendileri değiştirmişlerdir. Buna bakıp değişimin kaçınılmaz olduğunu görebiliriz.

Felsefi Değişimin Tarihi

Değişen tek şey canlı ve cansız varlıklar değildir düşünceler de değişir. Felsefe tarihin başında doğa filozofları doğada olan olayları doğaüstü güçler ile yorumlayan mitolojiye eleştiri olarak doğmuştur. Var olan düşünceyi değiştirmişlerdir ve bu değişimi de kendi düşüncelerini doğru olarak kabul ettirecek yönde yapmışlardır. Bir sürü doğa filozofu vardır ve hepsi de evrenin arkhesi olarak farklı bir şeyi ele almıştır. Thales su demiştir çünkü su hem sıvı halde olabilir hem de donduğu zaman buz şeklinde katı hale geçebilir ayrıca ısıtılır ise buhara dönüşür ve hava olur üç halde de bulunabilir bu yüzden her şeyin özünde vardır demiştir ve arkhe sudur demiştir. Anaksimandros evrenin arkhesinin nitelik olarak düşünülmeyecek düzeyde nicelik olarak da ölçülemeyecek düzeyde olması gerektiğini söyler ve evrenin arkhesine sonsuzluk anlamına gelen ''Apeiron'' der. Demokritos ise evrenin arkesine çok küçük bir varlık olan ve bütün maddelerin içinde olan bölünemez anlamına gelen ''Atomos'' demiştir. Heraklitos ''Değişmeyen tek şey değişimdir'' demiştir. Evrenin arkhe'sine ateş demiştir. Çünkü ateş değişmez ve her şeyi değiştirir buzu su, suyu buhar yapar, odunu kül eder ve daha bir çok örnek verebiliriz. Bu değişimi oluşturan değiştiren şey arkhedir demiştir. Doğa filozofları Antoloji yapan ilk filozoflardır. Onları eleştirerek ortaya sofistler çıkmıştır sofistler doğru bilginin olmadığını dolayısıyla evrenin arkhesinin de bilinemeyeceğini söylemişlerdir. Ayrıca epistemoloji ve etik ile de uğraşmışlardır. Sofistlere göre duyular ile elde edinilen bilgi doğru bilgi değildir çünkü bana uzun gelen şey bir başkasına kısa bana soğuk gelen yer bir başkasına ılık gelebilir. Sofistlerin en büyük temsilcisi olan Protogoras ''İnsan her şeyin ölçüsüdür'' demiştir. Sonrasında ortaya Septikler çıkmıştır. Septikler her şeyden şüphe edilmesi gerektiğini söylemiştir çünkü onlara göre de hiçbir şey doğru değildir. Daha sonrasında da dogmatikler gelmiştir. Dogmatikler Sofistler ve Septikleri eleştirerek doğru bilginin olduğunu söylemişlerdir ve kendi içlerinde ayrılmışlardır. Rasyonalistler doğru bilgiye akılla ulaşılabileceğini düşünerek doğru bilgiye ulaşırım demişlerdir çünkü görünen dünya sürekli değişmektedir. Platon görünen dünya ve ideal dünya olmak üzere iki dünya vardır demiştir. İdeal dünya gerçektir demiştir çünkü görünen dünya sürekli değişmektedir. Bugün yaşayan arkadaşım yarın ölebilir, şu an bana güzel gelen şeylere yarın gelmeyebilir. Bunlar değişirken bunların ideaları değişmez arkadaşımın bedeni olmasa bile o benim anılarımda yaşamaya devam eder. Amprizm ise buna karşı çıkmıştır aklın sadece bize gözlemimiz sonucu bilgi verir ve verdiği bilgiyi yanlış yorumladığımız takdir de yanlış olarak kalır demişlerdir. Bu yüzden doğru bilgiyi veren şey akıl değil deney olmalıdır deney sonucu sınar ve bilgiye ulaşırım bu bilgi de doğru olur demişlerdir. Ama deneyler her zaman aynı sonuçları vermezler ateş ve pamuğu yan yana getirdiğimi düşünelim ateş pamuğu yakar bunu denedim ve şu sonuca vardım '' ateş pamuğu her zaman yakar'' ama sonra bunu biri suyun altında denedi ve ateşin pamuğu yakmadığı görüldü yani benim doğru olarak kabul ettiğim şey her zaman doğru değilmiş onu gördük. Şimdi günümüze bakalım şuana kadar pozitivizm ile birlikte ilerleyen bilim anlayışı bizi en sonunda kuantum mekaniğine getirmiştir ve kuantum mekaniği bizim doğru dediğimiz her şeyin yanlış olduğunu göstermiştir. Duvarın içinden geçebilir miyiz? Aynı anda birkaç yerde olabilir miyiz? Işık hızını aşabilir miyiz? Klasik mekanik bunlara hayır der ama kuantum mekaniği sonucu bunların hepsine evet demeliyiz. Bu kadar büyük bir değişime şahit olan bizler hala kesin doğrulardan, değişmeyen sabit varlıklardan bahsedebilir miyiz?

Doğrunun Değişimi

Doğru dediğimiz şeyler hep değişmiştir. Değişmeden kalabilecek bir şey var mıdır? Bu soruya cevap vermek biraz güç çünkü bu zamana kadar değişmeden gelen bir şey görülmemiştir. Cevap olarak da sadece sonsuzluk denilebilir çünkü sonsuzluk içinde bütün ihtimalleri barındırır yani değişebilecek her hangi bir noktası kalmamıştır. Sonsuzluk her olasılığı içinde barındırdığı için değişmeyecektir ama içinde her ihtimali barındıran bir varlık söz konusu mudur? Böyle bir varlık sadece evrenin kendisi olabilir ama evren bu zamana kadar sürekli değişmiştir. Big Bang teorisi evrenin en başında tek bir noktadan patlayarak devamında bilimsel yasaların sonucunda oluştuğunu söyler. Bu oluşum çok uzun süreli bir değişimdir. Madde en başından beri sürekli değişmiştir ve hala da değişmeye devam etmektedir. Değişimin son bulduğu nokta evrenin yok olacağı noktadır. Yani daha çok uzun bir süre değişim olacaktır.

Doğruya ulaşmakta kullanılan yöntemler dahi hiç bir zaman sabit kalmamıştır. Hep bir değişim içindedir. Örneğin dedüksiyon yöntemi ile insanlar genelden özele doğru bir çıkarım yaparak bilgiye ulaşabileceklerini düşünmüşlerdir. Bu düşünce Orta Çağda kilise tarafından kullanılmış ve tümeller problemine çözüm olmuştur. Kilise varlığı açıklayabilecek tek şeyin onu yaratan kişinin yani tanrı olacağını söylemiştir ve tanrının sözleri de İncil'de vardır İncil'de olmayan bilgileri açıklamak için karşı çıktıkları Aristoteles'in Dedüksiyon yöntemini kullanmışlardır. Dedüksiyon bir totolojidir ve her zaman haklı çıkar. Sonrasında kilisenin eleştirilmesi sonucu ortaya çıkan başka bir yöntem vardır endüksiyon. Endüksiyon bilgiye ulaşırken özelden genele doğru gidilmesi gerektiğini söyler. Pozitif bilimler endüksiyon yöntemini kullanır ve bunun sonucunda doğruya ulaşabileceklerini düşünürler ama şu an kuantumun bize gösterdiği üzere endüksiyon da yeterli bir yöntem değildir. Fenomenoloji de doğruya ulaşma yöntemlerinden biridir fenomenoloji Husserl'in düşüncesidir. Husserl varlığın özüne ulaşabilmemiz için onun hakkında bütün yargılarımızı bir parantez içinde ayırmamız gerektiğini söyler. Bu şekilde varlığın özüne yani doğruya ulaşılır.

Kant'ın kritisizm'i de bilgiye ulaşmak için kullanılmış yöntemlerden biridir. Kant akıl ve deneyin birleştirilmesi gerektiğini söyler ancak bu şekilde hakikate ulaşabiliriz der. Deney bana doğru bilgiyi tam anlamıyla vermez çünkü sınanabilen bilgi çürütülebilen bilgidir. Akıl da tek başına yetmez çünkü aklın ulaşacağı bilgi aprioridir doğruluğundan emin olamayız. Bu yüzden Kant akıl ve deneyin birleştirilmesi gereklidir der.

Diyalektik yöntem de bu doğruya ulaşmak için kullanılan bir yöntemdir. Tez ve antitez olan iki karşıt bilginin kullanılarak bu ikisinin sentezi yapılır ve yeni bir bilgiye ulaşılmaya çalışılır. Bu sentez bize değişimi verir çünkü dualist mantığa göre bu sentezin de bir karşıtlığı olacaktır ve bunun sonucunda sentez, teze dönüşecek ve ona karşıt olan bilgi de antitez olacaktır. Bu ikisi sonucunda oluşan sentez de aynı süreçten geçecektir. Diyalektik bize değişimin sonsuz bir ilerleyiş olduğunu gösterir yani sonsuz bir değişim. Zamanın geçtiği her an değişim olmaktadır. İnsan öldükten sonra bile değişir. Ölü bedeni çürür sonra saprofitler tarafından tüketilir ve bu şekilde değişim sürekli ilerler.

Sonuç

Değişimin en belirgin örneklerinden bir kaçını gösterdim. Bu değişimler çok eskiden bu zamana kadar gelmişlerdir ve sürekliliğini koruyabilen bir şeyin olduğunu söylemek mümkün değildir. Rousseau bu sürekli değişim içinde mutluluğun mümkün olmadığını söylerken gayet haklıdır. Hayatımız ve tarih boyunca sabit kalan bir
şey ile karşılaşmadık buna rağmen hala mutluluğun olmasını beklemek ne yazık ki mümkün değildir.





Düşünyaz 6, Birinci Adım Yazısı

"Ayrıca zihin ne kadar çok şey bilirse, gerek kendi güçlerini gerekse doğanın düzenini o kadar iyi anlar. Kendi güçlerini daha iyi anladıkça da, kendini daha rahat yönlendirebilir ve kendine kılavuzluk edecek kuralları koyabilir. Doğanın düzenini daha iyi anladıkça da, kendini boş işlerden daha rahat alıkoyabilir."Benedictus de Spinoza, Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme Değişim

İnsanlar ve doğa sürekli değişir. Bu değişim etkisinde bizim kendimiz veya doğa hakkında doğru dediğimiz şeyler zamanla yanlış hale gelebilir. Hatta biz yeni şeyler öğrendikçe değişiriz. Düşüncelerimiz değişir, yargılarımız değişir, kişiliğimiz değişir. Doğada da olay böyledir her yeni günde yeni bir değişiklik gelir. Örnek olarak Evrim Teorisi canlıların yaşamlarının devamlılığını sağlamaları için sürekli değiştiklerini söyler. Canlılar neden sürekli değişir önceki halleri yaşamlarının devamını sağlayamadığı için önceki halleri o doğa içinde yaşamı sağladığı için. Her yenilik yanında değişimi de getirir.Evrim Teorisinde gördüğümüz üzere değişen bir varlık sadece kendini değiştirmez etkilediği varlıkları da değiştirir. Değişen doğa içinde yaşadığı hayvanları değiştirir. O hayvanlar değişemezlerse ölürler değişebilirler ise yaşarlar.
Dünya'ya baktığımız zaman bütün hayvanların iç içe bir uyum içinde yaşadığını görürüz peki bu nasıl oluşmuştur. Zamanla gerçekleşen değişimler sonucunda bu hale gelmiştir canlılar yaşamlarını sürdürmek için doğaya uyum sağlamıştır. Bu uyumun gerçekleşmesi için de değişen doğa hakkında bilgileri öğrenmelidirler. Rasyonalizm bilgilerin doğuştan geldiğini ve doğru bilgiye sadece akıl ile ulaşılabileceğini söyler ama doğaya baktığımız zaman bunun böyle olmadığını canlıların sürekli değişen doğayı deneyimleyerek yeni bilgilere ulaştığını görüyoruz. Bu da bizi ampirizme getiriyor. Ampirizm doğuştan bilgiler yoktur bilgiler deneyimler sonucu öğrenilir öğrenmek için deney yapılmalıdır der.Ampirist filozof Jhon Locke doğduğumuzda zihnimizin boş bir levha olduğunu deneyimlerimiz sonucu o levhanın karalandığını ve bilgilere sahip olduğumuzu söyler. ''Peki deneyim sonucu ulaşamayacağımız bilgileri nasıl öğreniyoruz?'' diye sorulabilir. Bu bilgilere esasında ulaştığımız söylenemez biz hayal gücümüzün etkisi ile bu bilgileri üretiyoruz. Tanrının varlığını kanıtlamak için kullanılan kanıtlardan biri varlık kanıtıdır. Varlık kanıtı bize şöyle der: İnsanlar deneyimledikleri şeylerin bilgisine sahip olurlar deneyim sonucu ulaşamadıkları tanrı bilgisine sahip olamazlar bu bilgiye sahip olabilmeleri için bu bilginin onlara verilmesi gerekir bu bilgiyi veren tanrıdır bu yüzden tanrı vardır. İnsanlar evet sonsuz güçteki, sonsuz bilgideki ... tanrıya deneyim ile ulaşamaz ama insanlar gücü, bilgiyi... deneyimleyebilir ve bu deneyimlere hayal güçlerini katıp onları sonsuz hal getirebilirler. Sonsuzluk durum değildir bir sıfattır. Eğer sonsuzluk var olsaydı insan sonsuzluğu deneyimlerdi ve bu sıfat olmaz durum olurdu. Bu insanın deneyim sonucunda ulaşamayacağı bilgilere nasıl sahip olduğunun bir göstergesidir.
Tabi her şey gibi bu da değişebilir Herakleitos ''Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir'' der. Bu sürekli değişim insanların koyduğu kuralların sürekli değişmesine de sebep olur. Bu kadar çok değişimden sonra insanlar net bir doğrunun var olduğunu düşünmekten uzaklaşır. Sofistler buna örnektir. Sofistler doğru bilgi yoktur demiştir. Sürekli doğru dediğimiz şeyler değişiyor gördüğümüz deneyimlediğimiz her yeni şeyde bir önceki şeyin yanlış olduğunu fark ediyoruz. Bu ilerleyiş sürekli devam edecektir. Biz daha evrene oranla bu küçük dünyada tam doğrulara ulaşamamışken evrende nasıl doğrulara ulaştık. Evreni bir okyanus olarak düşünürsek biz daha bir karış suyu yeni gördük daha düne kadar kendimizi evrenin merkezinde görüyorduk. Şimdi ise gördüklerimiz ne kadar doğru olabilir yine değişecek yine yanlış hale geleceklerdir.

Bilginin Doğruluğu

Bilgiler ne kadar doğrudur ne kadar yanlıştır. Bir bilgi ya yanlıştır ya da doğrudur yani matematiksel olarak ya sıfırdır ya da birdir. Peki biz hangi bilginin sıfır hangi bilginin doğru olduğunu nereden bileceğiz. Doğru dediğimiz şeyler yanlış olabilir bunu tarihte birçok kez deneyimledik aynı zamanda yanlış dediklerimiz de doğru olabilir. Arthur Schopenhauer ''Hakikatin ortaya çıkışı üç evreden geçer. İlki hakikatle dalga geçilir, ikincisi direnilir ve üçüncüsü hakikat bariz olarak kabul edilir'' der. Peki hakikat nedir biz şuan hakikate ulaşabilir miyiz? Rasyonalistler ulaşabileceğimizi söyler. Akıl doğruya, hakikate ulaştırır derler ama akıl tek başına yetmez. Akıl gördüğü şeyleri yorumlar kendine göre yorumlarda bulunur ve kendi mantığına doğru geliyorsa bunu kabul eder. Ampiristler bu yüzden aklın hakikate ulaşamayacağını yalnızca deneyin hakikate ulaşabileceğini söyler ama bu da tek başına yetersizdir çünkü deneyler farklı şartlar altında farklı sonuçlar verebilir. Kritisizm akıl ve deneyin tek başına yetmeyeceğini görerek ikisinin birlikte çalışması gerektiğini söylemiştir ama burada da şöyle bir sorun vardır ki ne deneyimlerimiz tam doğrudur neden aklımız ile yaptığımız yorumlar tam olarak doğrudur. Bu ikisinin karışımı da yine bize hakikati vermez. Bu zamana kadar hakikate ulaşabileceğimiz hakkında bir çok yorum yapılmıştır. Bana göre hakikate asla ulaşamayacağız bunun sebebi hakikatin bizim üzerinde yorum yapabileceğimiz bir şey olmamasıdır. Dualist mantık ile baktığımız zaman bir şey varsa onun zıttı vardır. Hakikatin zıttı yoktur. Bu tıpkı hiçliğin zıttının olmaması gibidir. Hiçlik bizim üzerinde yorumlar yapabileceğimiz bir şey değildir. Hiçlik hiç var olmamıştır bu yüzden bizim hiçliği algılamamız mümkün değildir. Peki biz hiçliği algılamadan nasıl hiçliğin olduğunu söylüyoruz bu başta söylediğim gibi hayal gücümüz sayesinde oluyor. Biz yokluğu algılıyoruz ve hayal gücümüz ile onu hiçlik boyutuna kadar taşıyabiliyoruz. Bu yüzden hataya düşüyoruz. Bazı insanlar evrenin hiçten geldiğini söyler aslında bu tabir yanlıştır evren hiçten değil yoktan gelmiştir. Yokluk bir şeyin varlığını kaybetmesi, yitirmesidir. Hiçlik ise var olmamış olması.Biz hiç var olmamış bir şey üzerinde yorumlarda bulunamayız. Peki o zaman hiçlik hakkında az önce yazdıklarım bir yorum değil midir? diye sorulabilir. Benim yazdıklarım sadece hiçliğin anlamıdır kendisi değil. Buda ''Ayı gösteren parmak ayın kendisi değildir'' der. Ay hiçlik ise ben sadece hiçliği gösteren parmak hakkında yorumlarda bulunmuşumdur. Bu aynı şekilde hakikat içinde geçerlidir biz evrene bakarak onun hakkında bilgilere sahip olarak sadece parmak hakkında yorumlarda bulunmuş oluruz. Oysa parmağın gösterdiği yere bakmalıyız.
Şuan baktığımız evren bize üç boyutlu olarak gözükür çünkü biz de üç boyutlu varlıkları. Kuantum düzleminde ise varlıklar iki boyutludur. Bizim doğru dediğimiz şeyler aslında yanlıştır. Olması imkansız dediğimiz şeyler gayet normalmiş gibi gerçekleşiyor. Pozitivizm görüşü bilimin bize doğruları vereceğinden bahseder ama bilimin bizi getirdiği en son nokta olan kuantum bize sadece hiçbir şey bilmediğimizi göstermiştir.

Fayda

Zihnin bilgileri bu şekilde doğruluğu kesin olmayan bilgilerdir ve sadece bulunduğu döneme göre doğruluğunu sürdürür. Zihin kendi güçlerini anlarken içinde bulunduğu döneme göre olduğunun farkında olmalı doğanın da sadece bu dönem bu halde olduğunu zamanla değişeceğini anlamalıdır. Sürekli değişen yasalardan, bilimsel gerçeklerden... bunu anlamalıyız. İnsan adından bile emin olmamalıdır benim adım budur dememelidir çünkü ismi o insanı tanımlar ama sürekli değişen bedeni ve düşünceleri o insanın tanımını da değiştirmelidir. Şimdi bir gemi düşünelim bir savaş gemisi. Bu gemi sefere çıkıyor ve seferden döndüğü zaman bütün parçalarına kadar değişmiş olduğu görülüyor. Her tahtası, her çivisi, yelkeni vesaire her şeyi değişmiş bu gemi hala aynı gemi midir? Eğer değil diyorsanız siz hala aynı siz misiniz? Neden insanların isimleri değişmez? Varlığın her bir fazına ayrı bir isim vermek ile uğraşmamak için mi? Ama biz şuan büyük patlamadan bu yana verdiğimiz her isim ile varlığın her fazına isim vermiş olduk. Böyle bir çıkmazın içinde daha kendi ismimizden emin değilken. Zihnin bilgilerinin doğru olduğunu söyleyip, kendimize kurallar koyup bu kuralları kılavuz yapmalıyız. Pragmatizme göre insanlar kendilerine fayda sağlayan şeyleri doğru olarak kabul ederler biz bilgilerimiz sonucu bize fayda sağlayacak bir sistem oluşturup kendi faydamız için özgürlüğümüzden vazgeçiyoruz. Arthur Schopenhauer ''İkili ilişkilerde en sarsıcı görüntü, görebilen topal adamı omuzlarında taşıyan güçlü, kör adamdır'' der. Burada iki kişi de kendi faydaları için kendi özgürlüklerinden vazgeçmiştir. Kör adam sırtına yük almıştır topal adam da istediği yere gidemez hale gelmiştir. İkisi de kendi güçlerinin farkındadır ve kendilerini bu yönde yönlendirmişlerdi. Kendi faydaları için özgürlüklerinden vazgeçmişlerdir. Aynı zamanda kendi faydamız için doğanın düzenini de değiştirmeye çalışıyoruz bunun için doğayı yok ediyoruz. Şuan yeni yeni fark ediliyor ama çok geç oldu yıkmak basittir ama yapmak zordur. Bir çocuk bir böceğe basıp onu öldürebilir, ama bütün profesörler bir araya gelse bir böcek yaratamazlar. Biz bir çocuk gibi doğayı öldürdük şimdi ise birkaçımız onu yeniden canlandırmaya çalışıyor.

Haz

Hedonist bir insanın yaptığı şeyler sadece haz duyduğu şeylerdir. Zihni ne kadar çok şey bilirse bilsin o sadece haz duyduğu, zevk aldığı şeyleri yapacaktır. Hedonist biri eğer bundan zevk alıyorsa gidip ağaç keser ve doğaya zarar verir, eğer ağa. dikmekten zevk alıyorsa gidip ağaç diker. Onun için sadece haz duyduğu zevk aldığı şeyler önemlidir.
Şimdi hedonist birinin bir sanal gerçeklik makinesinde olduğunu düşünelim bu kişiye sadece 5 dakika boyunca işkence ediliyor hayatından sadece 5 dakika gidiyor bu kişi bu 5 dakikanın gidişine üzülecektir. Ama onun bu sanal gerçeklik makinesinde 5 dakika geçirdiğini düşünelim ama hayatından 70 yıl gitti o bu 70 yıla üzülmez çünkü o an haz duyduğu şeyleri yapmıştır ve eğlenmiştir mutlu olmuştur. Bu normal bir insana teklif edildiği zaman saçmalık gibi gözükse bile hedonist biri içi gayet iyidir. Zihni bu kişinin hedonist olduğunu bildiği için onun bu tarz davranışlar sergileyeceğini bilir ama onu kurallar ile yönlendiremez ona kılavuzluk edemez sadece zevk aldığı şeyleri yapan biri için kurallar önemsizdir.

Sonuç

Benedictus de Spinoza bu sözünce değişim ve doğru bilginin kesin bir varlığının kanıtlanamayışı sebebi ile tam bir haklılık gösterememektedir. Kendimiz hakkında bildiklerimiz hem tam olarak doğru değil hem de sürekli bir değişim içinde. Doğa hakkında bildiklerimiz de hem tam olarak doğru değil hem de sürekli değişiyor aynı zamanda bizim etkimiz ile yok da oluyor. Bu sonuçlara bakarsak Benedictus de Spinoza haklı demek mümkün değil.

Hiç yorum yok: