ÜMİTSİZ İNSAN
"Kediler insanın anlam arayışını fark edebilselerdi, muhtemelen bunun abesliği karşısında keyifle mırlarlardı. Salt kedi olduklarından dolayı, hayat zaten onlar için yeterince anlam ifade eder. İnsanlar ise, kendi hayatlarını aşan bir anlam aramadan edemezler. Anlam arayışı, insanın öz bilincinin bir ürünü olan ölüm farkındalığına eşlik eder. Yaşamlarının sonlanmasından duydukları korkuyla, insanlar hayatlarının anlamını kendilerinden sonra da devam ettiren dinler ve felsefeler yaratmışlardır." John Gray, Kedi Felsefesi, Domingo Yay. 2023
Hayatın anlamı veya yaşamaya değer olup olmadığı, felsefenin çözülemeyen başlıca problemlerinden biridir. Albert Camus’a göre, yaşamaya devam etmek ve intihar arasındaki kararı vermek felsefedeki diğer konuları tartışmaktan önce gelir. Sisifos Söyleni’nde bahsettiği gibi, “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. Yaşamın yaşanınaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir. Gerisi, dünyanın üç boyutlu olup olmadığı düşüncesinin dokuz mu, yoksa on iki ulamı mı bulunduğu, sonra gelir. Oyundur bunlar; ilkin yanıt vermek gerekir”. Verilen alıntıda John Gray, insanları ve kedileri hayatta aradıkları anlam bağlamında karşılaştırmış ve insanın intihar yerine yaşamı tercih etmesi için gerekli bir şarttan bahsetmiştir. Bu şart, insanın salt bir kedinin aksine kendi varoluşunu veya bitişini aşan bir anlam arayışıdır ve karşılanmadığı takdirde insan salt bir kedinin mutluluğuna ulaşamaz. Bu yazıda, John Gray’in alıntısı eşliğinde insanın mutluluğunun kendi varoluşuna yetmeyen sebebinden bahsedilecektir.
Giriş kısmında bahsedildiği gibi, insan yalnızca benimsediği anlamın kendi sınırlarını aştığına inandığı zaman mutlu olabilir. Bu mutluluk, John Gray’in bahsettiği salt kedi veya kendisini “yeterince” mutlu eden bir anlam taşıyan diğer canlılarla karşılaştırıldığında ulaşılması imkansızdır. Bu ulaşılamazlığın temel sebebi, insanın günlük hayattaki her türlü isteğinin kesiştiği en önemli istek olan “devam ettirme” isteğidir. Devam ettirmek, insanın kendi varoluşunu devam ettirmesi anlamına gelir ve ölümü kucaklayan veya bu isteği açıkça dışa vurmayan insanlarda bile en derinlerde etkisini hissettirir. Devam ettirme isteğini ve sonrasında önemle üzerinde durulacak olan ölüm farkındalığını daha iyi anlamak için öncelikle insana ve insanın istençlerine dair ön kabullerden bahsedilmelidir.
Yazı boyunca, insanın mutluluğunun tek sebebinin kendi bitişinin ötesine geçen bir “şey” olduğu hipotezi insanın bencil olmasına dayanmaktadır. Bencil insan, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için sosyal hesaplamalar yaptığı varoluşunu ne pahasına olursa olsun sürdürmek isteyen insandır. Bu tanımlamadaki “sosyal hesaplamalar”, insanın bahsi geçen karanlık yüzünü kabullenememesi ve şahsi çıkarlarını kendi ahlak algısına en meşru şekli kazandırmak için başvurduğu “oyunlar” veya John Gray’in de dediği gibi dini inançlardır. Bencil insan tanımına bakıldığında insanın varoluş kaynaklı birtakım çıkarları olduğu, bu çıkarları gerçekten yerine getiremese de kendisini buna inandıracak yöntemler geliştirdiği ve bu savunma yöntemlerini uyguladığı varoluşunu devam ettirmenin kendisinin en önemli amacı olduğu kabul edilebilir.
Bencil insanın kim olduğunun ve amaçlarının netleştirilmesi ile birlikte insanın salt bir kedinin mutluluğuna neden ayak uyduramayacağı ve düşlediği mutluluğun neden ulaşılması imkansız olduğu tartışmasına devam edilebilir. Bencil insan, özünde en şeytani amacını asla gerçekleştiremeyecek olan kötü bir kahraman gibidir. Sonsuza kadar yaşayamadığı ve en temel şartı karşılayamadığı için tarifi mümkün olmayan bir keder içerisindedir. Bu noktada üzerinde durulması gereken konu, insanın tarifsiz bir ümitsizlik içerisinde boğulduğu halde hala yaşamaya devam etmek istemesidir. Bu konu, devam ettirme isteği gibi tartışma kapsamında oldukça önemli bir konsept daha olan “ölüm farkındalığı” veya “bitiş farkındalığı” hakkında tartışmak için bir zemin hazırlar.
Ölüm farkındalığı, tartışma sınırları içerisinde hakkında konuşulması gereken bir konsepttir çünkü insanın içerisindeki en büyük boşluk olan tamamlayamadığı amacına rağmen tutunmasına verilebilecek tek cevap bu konsept eşelenerek bulunabilir. Kendi varlığına bir zaman dilimi olarak bakabilen ve kendi sonunun farkında olan bir canlı olarak insan, bu farkındalığa ulaştığı anda en temel amacını elinden kaçırmıştır bile. Bahsedilen bu korku veya tarifsiz keder, insanlar arasında “ölüm korkusu” olarak tanımlanır. Bu korku, ölümün ardından insanı neyin beklediğinin bilinmemesinden doğan bir korku olmaktan çok insanın çıkarlarını sürdürmeyi bıraktığı zaman kendisini neyin beklediğini bilmemesinden doğmaktadır. Sonunun Sisifos gibi kendisinden asla kurtulamayacağı bir yükü sırtlanmaktan ibaret olduğunu fark eden insan, yaşamaya devam etmesi ile tıpkı Sisifos gibi bir karar vermiştir: yaratmak, hükmetmek ve mutlu olmak. Kendisinin eseri olmayan bu taş yükü, insanın bencil varoluşuna bir tehdit sağlamakla birlikte asla mutluluk sağlamamaktadır. Bu acı durumu kabullenemeyen insanoğlu, Camus’un Sisifos’u gibi kendi dünyasında yeni dünyalar yaratmıştır. John Gray’in alıntısında bahsettiği “dinler ve felsefeler”, insanın bir kaybeden olarak başladığı oyunda kendi oluşturduğu ve yine kendisinin kazandığı oyunları simgelemektedir. Mimarı olduğu oyunları kazanmak, insana hayatta küçük mutluluklar sağlayabileceği gibi hayatı boyunca kendisini bu oyuna inandırmasını sağlayacak bir mutluluk da sağlayabilir. Bu durum, yaşama bir kaybeden olarak atıldığı halde neden hala yaşamak istemesini açıklar: kendi sonuna yaklaşana kadar yarattığı oyunlara hükmeder ve yaşayabileceği maksimum mutluluğu yaşamaya çalışır.
İnsanın temel amacı yerine koyduğu küçük mutluluklar için bir örnek vermek gerekirse, çok hırslı öğrencilerden oluşan rekabetçi bir üniversiteden bahsedilebilir. Bu üniversite, aynı yaşam gibi öğrencilerin içerisinde bulunduğu süre boyunca en başarılı ideallerin peşinde koşmaları ve çaba harcamaları için öğrencileri teşvik etmektedir. Öğrenciler ise, tıpkı yaşam gibi, üniversite zamanlarının bir gün sona ereceği ve kendi potansiyellerini tam olarak ortaya koyamayacakları gerçeği ile çarpılırlar ve el ele vererek ortak bir kültürle yıkanmış birçok oyun oluştururlar. Öğrenciler belirli konularla ilgili kulüplere katılır, yarışmalara başvurur, fiziksel olarak ulaşılması zor görünen yurt dışı topraklarına gitmeyi amaçlarlar. Üniversitenin sona erme kaygısı ile öğrenciler kendilerini başarıya daha da fazla iterler. İşte Sisifos’un felsefesi tam olarak bu noktada karşımıza çıkar, üniversite bittikten sonra öğrenci hala istediği idealleri tamamlayamasa da önünde daha oldukça uzun bir yaşam durmaktadır. Öğrencinin anlam arayışı bitmemiştir, aksine yeniden ve daha büyük umutlarla başlamıştır. Yaratılan bu oyun sayesinde, öğrenci yaşananların bir son olmadığına kendisini inandırmış ve hayata daha sıkı başlanmıştır. Kendi yaşamı sona erene kadar, bahsi geçen örnekteki gibi oyunlar sayesinde kendi bitişine inanmak istemez ve küçük mutluluklara ulaşma telaşı içerisinde bulduğu anlama sarılır. Verilen örnekte görüldüğü gibi, kendi bitişinin farkında olan insan belirli sebeplerden ötürü yine de yaşama tutunmak istemektedir. Her ne kadar insanların büyük çoğunluğu bitiş farkındalığı karşısında daha dolu ve anlamlı bir yaşamı tercih etse de intihar eden insanları göz ardı etmek sunulan tezi daha zayıf hale getirecektir. İntihar olayı, her şeyin biteceği farkındalığına eriştiğinde “nasıl olsa bitecek, alabileceğim zevkin herhangi bir anlamı yok” düşüncesine sahip insanın ümitsizliğini temsil etmektedir. Camus da, yazının en başında bahsedildiği gibi felsefenin herhangi bir probleminden önce yaşam ve intihar arasındaki ilişki üzerine tartışılması gerektiğini savunmuştur; yarattığımız oyunlarda eğlenmeye, bilim yapmaya ve başarılı olmaya devam mı etmeli yoksa insanın gerçeğiyle yüzleşmeli mi?
Sonuç olarak, John Gray’in verdiği örnekteki gibi insanı salt kediden ayıran en önemli özellik bencil insanın sahip olduğu varoluşunu devam ettirme isteğidir. Sonsuza kadar yaşamayacağı için ise, aslına bakılırsa insan yaşama en kutsal idealini kaybetmiş bir şekilde başlamıştır. Buna rağmen yaşama tutunması, hayalini kurduğu mutluluğa ulaşamasa da kendi yarattığı oyunlar aracılığıyla edindiği küçük mutluluklarla açıklanabilir. Tıpkı Sisifos gibi; kurallarını kendisi belirlediği oyunlarda rekorlar kırarak hayatına yeni anlamlar getiren insanoğlu, bu oyunlar sona erse de her zaman yeni bir insan tarafından ortaya atılmış yeni bir oyuna dahil olabileceğini bilir. Kendi yaşamı sona erdiğinde ise, insanın oynanacak oyunlar için zamanı kalmamıştır ve çıkarlarının varoluşu sona ermiştir.
1. Adım YazısıÇİTLERİN ARDINDAKİ İNEK VE GEÇİCİ KESİN BİLGİ
"Şurası bir gerçektir ki, bazı şeyler kesin olmadığı müddetçe, hiçbir şey ihtimal dahilinde bile olamaz."A. J. Ayer
Bilginin kesinliği, felsefe tarihi boyunca birçok filozofun omuzlarında farklı görüşler ile yükselmiş ve günümüze “bilimsel yöntem” gibi meyvelerini vermiş bir konu ve aynı zamanda tamamıyla çözülememiş bir problemdir. Verilen alıntı, kesin olduğu kabul edilen bir başlangıç noktası olmadan hiçbir bilginin kabul edilen kesinlik üzerine inşa edilemeyeceğinden bahseder. Aynı zamanda, bilginin kesinliği üzerine ortaya atılmış “septisizm” gibi görüşleri çürütmeyi amaçlar. Bu yazıda alıntı bağlamında; Ayer’in görüşünün modern bilimdeki yerinden ve amaçlarından bahsedilecektir.
Ayer’in görüşü, “doğruluğu tartışılabilir olan görüşlerin ortaya atılabilmesi için kelimeler ve cümlelerin kesinliğine ihtiyaç duyulur” gibi basit bir şekilde açıklanabilmenin yanı sıra Tanrı’nın sebebi (ilk sebep) ve diğer ontolojik problemlere de çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Bu çözümleri daha iyi anlayabilmek için modern bilimin prensiplerinin incelenmesi ve Ayer’in görüşünde modern bilimin temel noktalarının aranması faydalı olacaktır.
Modern bilim, Orta Çağ sonrası Rönesans ile oldukça yeni bir form kazanmış ve insanlığa hiç olmadığı kadar yardım etmeye başlamıştır. Modern bilimin en önemli prensiplerinden biri olan “yeni güçlerin elde edilmesi” prensibi, bilimde doğru veya kesin kabul edilen noktalar belirleyerek o noktaları genişletmek ve yeni noktalar keşfetmek anlamına gelir. Ayer’in görüşünün bu prensip ile olan bağlantısı, epistemoloji alanında sıkça bahsedilen “çitlerin ardındaki inek” örneği ile açıklanabilir.
Bu örnekte komşu çitlerin ardındaki bahçede bir inek olup olmadığı merak edilir ve herhangi bilimsel bir sebebe dayanılmaksızın çitlerin ardında bir inek olduğu “tahmin edilir” veya “varsayılır”. Bu varsayımın ardından komşu çitlerin ötesine yapılan bir ziyaretin ardından orada gerçekten bir ineğin otlamakta olduğu görülür. Bu noktada felsefe camiası tarafından sorulan asıl soru, kişinin haklı olup olmadığı veya orada gerçekten bir ineğin olduğunu bilip bilmediğidir. A. J. Ayer’e göre, kişinin oluşturduğu hipotez tamamen anlamsızdır çünkü Ayer’in görüşüne göre hipotezin anlamı onun doğrulanma metodu ile doğrudan bağlantılıdır ve çitlerin ardında bir ineğin otladığı hipotezi bilimsel yöntemler kullanılarak doğrulanmamıştır. Yapılanın aksine, komşu bahçe gözlemlenerek bilimsel yöntem aşamalarına uygun bir hipotez Ayer’e göre anlamlıdır ve diğer anlamlı veya doğru bilgilerin doğrulanması için kullanılabilir. Bu sonuca şüpheci bir insanın yaklaşımı ise iki hipotezin de doğrulanma yöntemlerinden bağımsız olarak hiçbir şekilde kesin olamayacağı şeklindedir ve kişiye pratik bir yarar sağlamaz.
Modern bilimin bir diğer önemli prensiplerinden biri olan ignoramus, yani “bilmiyoruz” prensibi, bizlere modern bilimin Orta Çağ’da deneyimlenen hatalar ile tekrar karşılaşmaması adına büründüğü kendini düzeltebilen bir kimlik tanımlar. A. J. Ayer’in kesin bilginin varlığının kesin olması görüşü modern bilimin takındığı bu bilinemezci tavır ile karşılaştırıldığında akıllara modern bilimde yer alan önemli kavramlardan olan “paradigmayı” ortaya atan Karl Popper gelir. Karl Popper, bilimsel yöntem ile doğrulanan hipotezin yaşam döngüsündeki bir sonraki adımın “kesin doğru” veya “yasa” olmadığından ve onun “paradigma” olduğundan bahseder. Paradigmalar, hipotezi doğrulayan ve destekleyen veriler ile daha güçlü hale gelse de paradigmaların kesinliğinin sebebi onları doğrulayan sonuçların aksine onları yanlışlayan sonuçlardır. Bilimdeki paradigmalar, yanlışlanana dek “geçici kesin” kabul edilirler. Bu şekilde, Ayer’in kesin bilginin devamında elde edilecek olan kesinliği tartışılır bilgiye ulaşmak için elimizde referans alabileceğimiz noktalar barındırırken aynı zamanda modern bilimin ignoramus prensibinden kopmamış ve bilimin ilerleyişini bir ağacın dalları gibi yanlış olduğu fark edilen noktaya geri dönerek zamanla kolektif bir biçimde büyütmüş oluyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder