Sarı saçlı kız çıktı çayırlara
En yakın arkadaşıyla
Gördükleri bir ağaç, bir fidan…
Nemli bir
ortamda tanışmış olan,
Yeni
arkadaşlar; bir dev fidan, bir küçük ağaç
Dev fidanın
küçük gölgesi…
Küçük ağacın
dev gölgesi…
Ezerler
geçerler fidanı, sığınırlar küçük ağacın dev gölgesine.
Başlarlar kavgaya ağacın meyvesini
kim yiyecek diye,
Boğarcasına birbirlerini.
En yakın kız arkadaşlar,
didişirler,
Sadece küçük bir ağaç için.
Küçük gölgeli
dev fidanı ezerler, büzerler,
Yavaşça ve
işkence edercesine,
Öyle bir
işkence çeker ki, sonsuz gibi,
Çeker küçük
gölgeli dev fidan işkenceyi;
Dev gölgeli
küçük ağacın gölgesi altında…
Doğrasalar fidanı daha iyi değil miydi?
Eze eze yavaş yavaş, büze büze yavaş yavaş,
Yaşatırlar fidana sonsuz bir acı,
Öldürmezler bilerek, sürsün diye acı…
Sonra gelir bir
“Allahın Kulu” , “Elinde haç tutan adam” veya “10 Emire uyan köle”;
Der ki bana,
“o”, kimse artık neyin tekiyse kimin nesiyse, “adildir”…
Bu nasıl
adillik sorarım size,
Bu “o”nun
adilliğiyse, vermesin bana “adilliğini”,
Kötülüğü
dokunsun bana, iyi gelir bu insana…
Sonra okurum kitapları “aşk”,
“aşk”, “aşk”…
Neymiş kardeşim bu “aşk”?
Eğer adilliği yukarıdaki olaysa
benim “aşk” duyduğum yaratıcının,
Eğer çoğu yalan ise şimdiki
“gerçek aşklar”ın,
Eğer çoğu “aşk”, başka bir insanın
acısından besleniyorsa,
Ve şeytani kurallara göre
yönetiliyorsa,
“Aşık” olduğumuz şey aşkın kendisi
değil;
“Aşık” olduğumuz şey aşık olma
hissiyatımız.
Bu “bir garip aşk” ki, şeytani
kurallarla yönetilir,
Ve bizim o “sapkın yaşama
isteğimiz”in asıl nedenidir.
“Bir güç var
içimde” deriz, “Bizler yaratıcının parçalarız…” vesaire…
Kimi de kendi
çapında takılır “teleolojik”,
Kimi
“kozmolojik”,
Kimi “ahlak
nedeni”,
Kimi de “dinsel
tecrübe” diye;
Bilmezler ki
“En-el Hak” sözü, bizden herkese “gerçek hediye”.
Nasıl bizlerin, muazzam bir düzene sahip olan bizlerin,
Ben de şuna sorarım bize;
“O zaman neden en büyük güce ve en uyumlu düzene sahip olan Tanrının da bir
nedeni olmasın?”
Cevabı vereyim:
Çünkü o zaman “o”, Tanrı olmaz ve biz çaresiz varlıklar, “sığınaksız”
kalırız…
Değil mi?
Her insanın
“kendi tanrısıdır” o aslında,
Kimisinin ölü,
kimisinin diri.
Biliyorum ki
artık benimki de ölü, Nietzsche gibi,
Gözlerini hala
perde ile örtenlerinki diri.
Böyle daha mutluyum artık, ne
yalanları söyleyen dinler,
Ne de aslında bir “varlığının
baştan beri saçma olduğu” tanrı,
Tek gerçek ben ve ben…
Biliyorum, kimi
bunu okumayacak, çünkü umurunda değil,
Biliyorum,
bazıları beni kınayacak, çünkü hala “perdeli”,
Biliyorum kimi
beni eleştirecek, çünkü hala gerçeğin sert yumruğundan korkuyor,
Biliyorum, kimi
beni övecek, çünkü tek başına güçsüz.
Ama bir şey
daha biliyorum ki, o da ben de bir gün çelişeceğim,
Kendimle
çelişip, belki de yakacağım bunu şöminemde,
Isınırken
yanında, hayali kedimle, günlerden bir güz.
İnsan salak bir varlıktır;
Kimisi hükmetme salaklığını yapar, kimisi hükmedilme.
İnsan salak bir varlıktır, evet,
Ben de salağım, sen de salaksın…
Hayat acıdır,
yukarıda bahsedilen fidanın hayatı gibi,
Ve çoğumuz bunun
farkına varmayız.
Varsak da hayatı
devam ettirmek zorundayız.
Ta ki, ölene
dek…
Ölüm ile birlikte, bize sonsuz
gibi gelen acı biter,
Yerine ölüm ötesinin mutluluğu
gelir…
Ölüm de bir acıydı ama bize göre,
değil mi?
Öyle değilse, niye ağlarız gidenin
ardından?
Her neyse;
“Her mutluluk, bir acıdan
beslenir.”
Emre Harsa
1 yorum:
güzel bir şiir
http://www.felsefehayat.net/
Yorum Gönder