11 Kasım 2007 Pazar

Varoluş Üstüne Bir Deneme

İçimde, kendime olan muhalefetin bittiği gün, mükemmel olduğum gündür. Yani öldüğüm gün. Needle

Doğada hiçbir şey, yoktan var, vardan yok olmaz.
Bir zamanda, bir şey hiçlikten sıyrılmak zorundadır.

Evrenin kendisiyle çeliştiğini gösteren iki tümce, belki de kural. Birinci tümcenin doğruluğu biyolojik olarak kanıtlanmıştır, ikincisi de zaten bir insanın felsefe namına söyleyebileceği en kesin tümcelerden biridir. Öyleyse, bu hiçbir şekilde var olmayan yok, nasıl olup da bir zamanda bir şekilde hem de hiçlikten sıyrılıyor?

Bu noktada önümüze ilk olarak kurtarıcı bir alternatif çıkabiliyor. Bu da aslında hiçbir şeyin yoktan var olmadığı. Yani bizim yaratılmış değil, tek bir “bir”in parçaları olduğumuz. Ne kadar mantıklı gözükse de, (en azından yaratılma, ana madde gibi saçmalıklar çıkıyor aradan) hiçlikten sıyrılmaya hala bir çözüm bulabilmiş değiliz. Bu noktada, tek bir şey geliyor elimizden, hiçliği reddetmek. Yani hiçliğin, insanın kafasında oluşturduğu bir ütopya olduğunu, gerçekte hiç var olmadığını ve olmasının da mümkün olmadığını savunmak. Sonuç olarak elimizde, hepimizin içinden çıktığı ve ebediyen varlığını sürdüren ve sürdürecek olan bir “bir” var. Ne kadar masada güzel dursa da, benim içim almıyor bu teoriyi.

Bir ikinci olarak, hiçliği reddetmek yerine ebedi hiçliği savunabiliriz. Var olan veya olmayan hiçbir şeyden emin olamadığımıza göre onları koca bir hiçlik olarak adlandırmak yerinde olacaktır. Hiçbir şeyin var olmadığını düşünmek kimi zaman budalaca hissettirse de akla daha yatkın gözüküyor, eğer tek bir noktayı atlarsak. Descartes’ın dediği gibi “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Var olan tek bir şeyden eminiz ve maalesef ondan şüphe duyamıyoruz. Onu da “bir” olarak adlandırılabilir belki. Ebedi hiçlik de bu noktada bozuluyor maalesef, tekrar “bir zamanda, bir şey hiçlikten sıyrılmak zorunda” ya dönüyoruz. Belki de tek bir “bir”den eminiz ama onun büyüklüğünü, zamanını ve nerden çıktığını bilmiyoruz. Bu teoriyi daha çok içim alıyor ama maalesef yanlış olduğunu biliyorum.

Son olarak tek bir şey kalıyor geriye, her şeyi reddetmek. Yani insana verilen mantıkla, yapımındaki mantığın aynı düzlem üzerinde olmadığını, hatta herhangi bir noktada kesişmediklerini düşünmek. Bu belki de, çürütülemeyecek tek tez. İçinden çıktığımız “bir”in aslında hiçbir neden-sonuç ilişkisi aramayan, enerji barındırmayan, zamansız bir kavram olduğunu ve bu mantıkta işlediğini, bizim bunu anlayabilmemizin imkânsız olduğunu var oluşu insan mantığına sığdırmaya çalışmanın manasızlığını savunmak. Şu aralar içim en çok bunu alıyor. Biliyorum, tembelim.
Cansu Hepçağlayan

Hiç yorum yok: