20 Nisan 2009 Pazartesi

Toplumsallık Yanılgısı ve Geist Döngüsü


''Geleneklerinin örtüsünün açılması ve gelenekle aktarılanın açığa çıkarılışı bu çağın insanı için özel bir görevdir.''
Aykırı kitaplar arasında kültleşen ve 1971'de Stanley Kubrick'in beyaz perdeye aktardığı Otomatik Portakal'ın arkasında, ''Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik isleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...'' der Anthony Burgess. Bunu söylerken kılıcı kabul ettiği kalemini savurduğu düşmanlarının gücünün ve niteliğinin elbette farkındaydı. Lakin fenomende olmayıp yine de siyah düşüncelerle insan özgürlüğünü kemirmeyi bırakmayan bu düşmanlar insanların toplu olarak yaşamaya başlamasından günümüze dek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bireyin öznelliğini ve öznel özgürlüğünü törpüleyen bir 'meşrulaştırma' sistemi güden bu düşmanların bir çok adının ve kozmopolitliğinin olmasının yanında en deşifre oldukları sistemi Heiddeger'in de fark ettiği ve söylediği üzere geleneklerdir.
Platon'un Devlet adlı eserindeki mağara alegorisinde; insanların gerçek varlığın bilgisine değil de yansıyanınkine sahip olduğunu söyleyerek, onları mağara duvarına yansıyan gölgeleri izleyen kişiler olarak tanımlamıştır.Birey tam bu tanımlamanın farkına varıp uyanış veya en azından bir uyarılma yasayacağı sırada ise doğmuştur.Yeni doğmuş bir bebeğin gözlerinin sürekli kapalı olması gibi, bizde doğumumuzla atıldık toplum-birey kaosuna. Henüz özümüzün bilgisiyle tanışmadan, dahası onunla karşılaşmadan süregelmiş bir buhranın içine atıldık. Merakımızı ayıplayan gözlere, sorularımızı susturan sözlere ve bilgi ateşimizi daha harlamadan köze çeviren kişilere verildik. Nereden geldiğimizi sorunca yalanla karışık kaçamak yanıtlar aldık. Nereye gittiğimizi soruncaysa isimiz 'kader, kısmet'e (!) kaldı. Susalım dedik, biz sustukça doldu geist. Doldu, doldu, doldu ve dayanamayıp bağırdı! ''KRAL ÇIPLAK!!!''
Gelenek, görenek ve toplumsal kurallar ''Etik Kurallar'' adı altında basılıp her dile çevrildi! Kitabın, ışığın, suyun, ekmeğin girmediği yere de girdi, tanrının unutulduğu yere de. Yeri geldi kişiye kendi gözünden sakındığı kızını gözünü kırpmadan öldürmesini sağladı, yeri geldi yapmak istemediği bir şeyi yapmaya zorunlu kıldı bireyi. Bugün anne olarak konuştu suratımıza, yarın patron olarak.
Monotonlaşan ve otomatikleşen insanoğluyla normlar arasındaki en büyük akttır toplum. Farklı renk ve ebattaki bireyi alır, çiğner, sindirir ve boşaltır. (!) Aynı renk, doku ve kokuda klonlanmışçasına binlerce birey üretir. Her ne kadar çok yoğun ve canlı görünse de apatik bir hali vardır. Toplum, bireyi ' o ' olmaktan alıkoyup kendine benzetmeye çalıştığı sürece içinde barındırdığı bireylerin hiç bir zaman kendi olması ve topluma renk katıp onu mozaikleştirmesi beklenemez. İçine atıldığımız gelenekler ve toplumsal normlar yalnız kalmamamız adına bizi kendi içine kabul eder ve karşılığında bizden ruhumuzu ister. Hayallerimizi, düşüncelerimizi, söz ve davranışlarımızı alır yalnız kalmama duygusu karşılığında. Bu ruhunu şeytana satmaya eşdeğerdir. Mefisto da Faust'a en basta bir köpek olarak görünmüştü.
Etik ilk çağdan günümüze dek farklı açılımlara büründürülmüştür. Sokrates ve Platon'da erdemle bağdaştırılırken, hazcı etik kuramların ortaya atılmasıyla Thomas Hobbes, Spinoza ve Spenser bu konuda farklı duruşlarını sergilemişlerdir. Öte yandan toplumu inceleyen diğer filozoflar da olmuştur. F. Nietzsche kişinin 'üst insan'a dönüşümünü anlatırken bahsettiği deve-aslan-çocuk üçlemesinde devenin toplumun yükünü sırtlandığını, aslanın 'yapmalısın' diyen toplumla savaştığını ve en sonuncu aşamadaysa bireylerin çocuğa dönüşeceğinden bahseder. Bu aşamadaki çocuk saflığı ve temizliği, dahası üzerinde toplum baskısı olmayan bireyi simgelemektedir. Simgelemdeki saflığı yakalamak elbette kolay bir uğras değildir, fakat bilinmelidir ki zoru başaran insanlar mutlu olacaktır bu dünyada. Nietzsche ısrarla vurgular doğrusunu ''Kendin alabileceğin bir hakkı, bırakmayacaksın sana vermelerine!'' der.
Sempatikleştirilmeye ve 'atamızdan' denilerek kabullendirilmeye çalışılan normlar bireyi topluma bağlamanın aksine onu giderek uzaklaştırmakta ve paylaşamadığı kaosunun içindeki gelgitlerde boğmaktadır. Hayat bir mutluluk simülasyonu (!) tadında çıkarlarını yaşatanların yüzündeki gülümsemede kaybolup gitmektedir. Birilerinin bize ait olan hakları ve kaybettiğimiz doğallığımızı bize sunmasını ümit ederek yasamak mutluluğu ve özgürlüğü getirmez. ''Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.'' der Nietzsche, Irvin D. Yalom'un yazdığı Nietzsche Ağladığında da. Aynı kitapta büyük bir ısrar ve analitik tutumuyla (her ne kadar acı çekse de) özgürlüğüne sıkı sıkıya yapışmış olan Nietzsche kişinin tinine seslenmekte, onu uslama yoluyla potensini -gizli güç- keşfetmeye çağırmaktadır.Nietzsche'nin Zerdüst'ü yazmadan önceki halini anlatan kitapta Nietzsche kendinden gayet emin, çağının düşünürü ve yazarı olmadığını ancak ileriki kuşakların onu anlayabileceğini söylerken oldukça umutlu konuşmuş, lakin tabuların normların da aynı oranda umutlu ve ısrarcı olduğunu tasavvur edememiştir.
''Benim sınırlarımda ve benim tabularımla bağımsız olabilirsin.'' (!) diyen absürd bir düzenin içinde yasıyoruz. İçi çürümüş ve çağın çok dışında kalan dayatmalarla ilerletilmeye çalışılan bir düzen bu. Kalabalık içinde yalnızlaştıran, ilişkileri oldukça yüzeyselleşmiş bir toplum. Bir şeyler yapmaksa bizim elimizdedir. Nazım Hikmet Ran 'Kerem Gibi' şiirinde;
''... Ben yanmasam
Sen yanmasan
Biz yanmasak,
Nasıl çıkar
karanlıklar
aydınlığa...'' derken uyanışı yasıyordu. Uyanışı yasıyordu ve uyandırmaya çalışıyordu. ''Aklını kullanma cesaretini göster!'' diyen Kant da ''Herkes benim düşünceme katılırsa yanılmış olmaktan korkarım.'' diyen Oscar Wilde da ''Başkalarının izinden giden kendi izini bırakamaz.'' diyen Konfüçyüs de her ne kadar farklı zaman ve toplumlarda yaşamış olsalar da ortak bir noktada birleşiyor. Bugünse zaman harekete geçme zamanıdır. Oruç Aruoba Doğançay' ın Çınarları adlı şiir kitabının 7. bölümünde söyle der;
''... Görüyor musunuz
Nasıl hem ölüm
Yüklüyüz hem de
Taşıyoruz hayatı

...Görmüyorsunuz
Uykudasınız---
Bulutlar geçiyor
Ayın önünden .. ''

Zaman bulutları kovma, sisi dağıtma mağara girişine dönme cesaretini gösterebilme ve kendi özümüzü, saf halimizi keşfetme vakti! Herkes farklıyken ve herkes birbirinin kurduyken (Hobbes) ortak normlarda kıstırılmaktan kurtulmak, süregelmiş yanlışları inkar etme vakti! Uyanışımız, bu çağın insanı için özel bir görevdir!

Ilgın Özmen