24 Eylül 2007 Pazartesi

Yine Okullar Açılıyor

Claude Levi-Strauss, “Hüzünlü Dönenceler” adlı yapıtında, kendisini felsefe öğretmenliğini bırakıp, etnograf olmaya yönelten nedenleri sıralarken şöyle der: “Bununla birlikte, beni felsefeden uzaklaştıran ve bir kurtarıcı olarak etnografyaya sarılmama yol açan bu erken tepkinin daha kişisel başka nedenlerinin varlığını da düşünebiliyorum. Mont de Marsan Lisesinde bir yandan öğretmenlik yaparken bir yandan da ders planımı geliştirdiğim mutlu bir yıl geçirip sonra Leon’a tayin olunca, daha ders yılının başında, hayatımın geri kalan kısmında hep aynı şeyleri tekrarlayacağımın farkına vardım. Oysa benim düşünce yapımın herhalde sakatlık sayılabilecek bir özelliği vardır; aynı konu üzerinde iki defa dikkatimi yoğunlaştıramam.”* Bu sözler, Levi-Strauss’un kişisel nedenlerini bir yana bırakırsak, benim, okulların açılmakta olduğu bu günlerde, bütün öğretmenlerin yaşadığı sorunlardan biri üzerinde düşünmeme neden oldu: Tekdüzelik.
Sorunun ilk bakışta görünen yanlarını şöyle ifade etmek mümkün: Eğer siz bir dersin öğretmeniyseniz, diyelim ki branşınız lise fizik dersi öğretmenliği olsun, Milli Eğitim fizik konularını sizden önce seviyelere göre belirlemiştir ve sizden bu konuları sırasıyla öğrencilere öğretmeniz beklenir. Yıldan yıla da sizin anlatmanız gereken fizik konuları değişmeyeceğine göre, Levi-Strauss gibi söylersek, hayatınızın geri kalanını geçireceğiniz bir tekrarın içine girdiniz demektir. Işığın optik aynalar üzerinde kırılma yasaları veya yerçekimi yasaları değişmediği sürece, bu tekrarlardan kurtulmak için pek yapacak bir şey yok görünüyor ve bu durum da yeterince sıkıcı.
Milli Eğitim, okullar açılmadan önce, her yıl öğretmenin vereceği dersiyle ilgili olarak, bir yıllık plan yapmasını zorunlu tutar. Bu planın amacı o yıl okutulacak konuları yıl boyunca okutulacak ders saatlerine göre planlamak, hangi derste ne gibi araç gerecin kullanılacağın dersin nasıl verileceğini kararlaştırmaktır. Yani öğretmen, daha okul açılmadan örneğin mart ayının ikinci haftasında hangi konuyu nasıl işleyeceğini planlamış olmalıdır. Fakat dersler ve konular her yıl kaçınılmaz olarak aynı şekilde tekrar ettiğinden, öğretmenler bir önceki yılın planlarının tarihlerini değiştirerek, tatiller ve sömestr zamanı, özel gün ve haftalarda küçük oynamalar yaparak yıllık planlarını tamamlarlar. (Önceki yılın planı da bir önceki yılın planının revize edilmişidir, bu böyle geriye doğru, ne kadar olduğu bilinmeden, kahraman bir öğretmene kadar gider) Yıllık plana bir formalite olarak bakıyor ve bu durumu önemsemiyor olabilirsiniz fakat her yıl tekrarlanan bu “formalite” de sıkıcı sonuçta.
Memur sendikalarının yasallaşma süreci tamamlanınca, öğretmenlerin sıkıcı yaşam döngüsüne nur topu gibi yeni bir halka daha eklendi. Her yaz memur sendikaları ile hükümet arasında toplu görüşmeler yapılır (genellikle KESK katılmaz). Yaz boyunca teklifler verilir, teklifler alınır. Televizyonlarda sürekli olarak sendika başkanları (onlar da hep aynı kişiler), ve hükümet temsilcileri boy gösterirler, ortalıkta rakamlar uçuşur. Sonuçta uzlaşma sağlanamaz ve uzlaştırma kuruluna gidilir (insanın, bu uzlaştırılma kuruluna en baştan gidilse ya, diyesi geliyor). Tam da burada komik ötesi bir durum gerçekleşir. Örneğin hükümetin son teklifi %3, sendikanın da %4 olsun. Bu noktada kalındı ve uzlaştırma kuruluna gidildi diyelim, normal olarak %3, %4 veya arada bir şey beklersiniz, ama kuruldan çıkan karar şaka gibidir: %2. Her yaz bu tekrarlanır oldu. Çok sıkıcı.
Kendimi bildim bileli, bütün hükümetler tarafından en çok önemsendiği söylenen, üzerinde en çok konuşulan, en çok vaatte bulunulan ve her tür ileriye dönük adım için çözülmesi zorunlu bir ön koşul olarak kabul edilen, fakat sorunlarının çözülmesi giderek zorlaşan ve sanıyorum çok da ihmal edilen bir alandır eğitim alanı. Öğretmenlik yapanlar çok iyi bilirler, hele bir okul açılmaya görsün pazartesi, cuma derken karne günü gelip çatar. Bu baş döndürücü hızla yıllar geçtikçe öğretmen kendini sonsuz bir tekrarın içinde bulur. Sistemin çarkları çok eski ve büyüktür üstelik öğretmenden kimsenin büyük beklentileri yoktur. İşte bulunduğumuz düzlem budur.
Levi-Strauss’un söylediklerinin karşısında şunu demek mümkün mü acaba: “Neden her yıl aynı şeyleri yapmak zorunda olalım ki, aynı kalan ne var? Ders konuları mı? Aynı kalıp kalmadıkları tartışılabilir. Aynı olsa bile, çocuklar aynı mı? Bizim dersimizi verdiğimiz dünya aynı dünya mı? 11 Eylül öncesi bir felsefe, tarih dersi, 11 Eylül sonrasında nasıl aynı kalabilir ki? Ya biz? Biz aynı mıyız?
Bak işte bu yıl yeni bir yıl. Bu yıl uygulayacağım program hakkında uzun uzun kafa yordum, birçok yeni bölüm ekledim, ayrıca yeni teknikler öğrendim onları uygulayacağım ve doğrusu nasıl sonuçlar alacağım konusunda çok heyecanlıyım.” Bu yaklaşım çok idealist görünebilir, fakat bu sıkıcı tekdüzeliği bir şekilde kırmak zorundayız diye düşünüyorum.
Evet, yıllar biz ne yaparsak yapalım geçer ama nasıl geçtiği biraz bizim elimizde değil midir? İlk bakışta dersler her yıl aynı gibi görünmektedir fakat biraz düşünelim, aslında doğa bilimlerinde belki biraz yavaş hissediliyor olabilir ama bütün bilimler sürekli bir devinim içindedirler. Sosyal bilimler alanında ise sürekli bir yenilenme söz konusudur. Tarih, coğrafya, sosyoloji, felsefe derslerini her yıl tepeden tırnağa gözden geçirmek zorunludur. Dünyada olup biten güncel gelişmeleri dikkate almadan bu derslerin verilmesi düşünülemez. Öte yandan, bana öyle geliyor ki ders konularından çok bu konuların nasıl verildiği önemlidir. Özellikle bilgisayar teknolojisinin kullanımı konusunda hepimizin kendisini geliştirmesi gerekir. Çalıştığı okulunda bilgisayar sınıfı olan, öğretmenler odasında bilgisayar bulunan ve internet bağlantısı olan bir okulda çalışan bir öğretmenin “ben bilgisayardan anlamam” deme lüksü yoktur, olanakların görece çok daha iyi olduğu şehirlerde çalışan öğretmenlerin bu tür bir lüksü hiç yoktur; çünkü bir öğretmenin kullanabileceği düzeyde bilgisayar öğrenmesi çok zor değildir. Üstelik Milli Eğitim yaygın bir şekilde bilgisayar kursları vermekte, eğitim CD’leri dağıtmaktadır. Maalesef bazı yeniliklere karşı, bu yenilikleri coşkuyla karşılaması gereken öğretmenler, direnç göstermektedirler. Olanakların çoğu zaman sınırlı olması durumu, bazen yeniliklere direnme konusunda çelik bir zırh görevi görmekte ve bu zırhın arkasına sık sık saklanılmaktadır.
Sonuç olarak bana göre, yaşadığımız tekdüzelik biraz da bizlerin her yıl aynı kalıp kalmadığına bağlıdır. Bir yılda kendimize ne kattık? Yeni neler düşündük? Neler öğrendik? Neye ilgi duymaya başladık? Bu ilgimiz için ne yaptık? Bu sorulara verebileceğimiz yanıtımız varsa, bizim için sorun yok demektir, ama eğer mesleğimiz sıkıcı bir gün sayma eylemine dönüşmüşse, sadece öğretmenliğimiz değil, bizim için, yaşamın kendisi tümüyle sıkıcılaşmıştır. Tatil günlerinin hesabını yaparak, yorgun başlanılan bir yıldan nasıl bir coşku beklenebilir ki? Bu coşku aslında o çok beklediğimiz, tatillerimizde de yoktur aslında.
Okullar açılıyor. Eğer kendimiz için bir şeyler yapmış olarak başlıyorsak bu yıla, bunu ilk fark eden öğrencilerimiz olacaktır. Eğer her şey eskisi gibiyse, dükkanı kapattığımız gibi açıyorsak, ilk günden çalışma takvimini önümüze koyarak tatil günlerini kırmızı kalemle işaretleyebiliriz.
Yine okullar açılıyor. Yeni olması dileğiyle…
*Hüzünlü Dönenceler, Claude Levi-Strauss, Çev. Ömer Bozkurt, Yapı Kredi Yayınları, Eylül 1994, İstanbul
ymb