5 Kasım 2007 Pazartesi

Avrupa'da Dolaşan Yeni Bir Umacı: Yaradılış Teoremi

“Aldatmaya ve aldanmaya en elverişli şeyler bilmediğimiz şeylerdir. Bir defa, görülmedik şeylere insan nedense kolay inanır; sonra da, üzerlerinde konuşmaya, düşünmeye alışık olmadığımız için, bunlara kolay kolay karşı da koyamayız. Bu yüzden insan en az bildiği şeye en çok inanır. “* AKPM’nin (Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi) ‘Eğitimde Yaradılışçığın Tehlikeleri’ adlı kararını ve ardından gelen tartışmaları okuyunca, Montaigne’nin yukardaki sözlerini anımsadım. Doğrusu bu kararı, Montaigne’nin en yalın haliyle ifade etmeye çalıştığı ‘bilgi ve inanç’ kavramları üzerinde düşünerek anlamak kolay; fakat, bu sözlerin neredeyse 500 yıl önce söylendiği topraklarda bu kararı almaya yol açan korkuyu anlamak zordu.

Önce kararı ‘bilgi ve inanç’ kavramlarını çözümlemeye çalışarak anlamayı deneyelim. Aslında, kararda da belirtildiği gibi ortada uzlaşmaz gibi görünen bir çelişki yoktur. Söz konusu olan, birbirinin dışında kalması gereken iki alanın, birbirine karışması, karıştırılmak istenmesi, giderek birinin öbürünü yok etme isteğidir. Bu iki alana biraz yakından bakarak birbirlerinden ayrılan yanları kolayca görebiliriz: “Doğaları gereği bilmek isteyen insanların” (Aristoteles) bu istekleri uğruna, hem kendileri hem de doğayla giriştikleri karmaşık bir savaşımın sonucudur bilgi. Bilmek isteyen insan, hayret eder, gözler, arar, sorgular ve bilir. Bilgi bu anlamda insana özgü, insanın elde ettiği ve insana ait olan bir değerdir. Bilmediklerimiz, aslında, henüz bilmediklerimizdir, hiçbir zaman bilemeyeceklerimiz değildirler. Bilim, hiçbir zaman bilemeyeceğimiz metafizik sorunlarla ilgilenmez, bu nedenle, bu soruların yanıtının başka alanlarda aranması gerekir. Örneğin Tanrının varlığı veya yokluğu bilme alanımızda olan bir şey değildir. Tanrı bir bilgi konusu değildir; ama canlıların nasıl oluştuğu konusu, bu konuda şu anki bilgilerimiz yetersiz de olsa, hiçbir şey bilmiyor da olsak, bir bilgi konusudur. Nuray Mert, varoluşla ilgili soruları kastederek “Bu alanda fikir yürütülür, hiçbir şey ispat edilemez, doğrulanıp çürütülemez” derken bu alanda yapılan ve yapılmakta olan sayısız çalışmaya haksızlık etmektedir. Çünkü nasıl var olduğumuzu henüz tam olarak açıklayamıyor olmamız hiçbir zaman açıklayamayacağımız anlamına gelmez.

İnanç ise, biz bilme alanından çıktıktan sonra başlar. İnandığımız şeyler, bilgimizin en az olduğu, bilmeye en az gereksinim duyduğumuz alandadır. İnancın bir sistem olarak karşımıza çıktığı dinler, bize, evren, var oluş, yaşam vb konularda açıklamalar sunar, bu açıklamalar bize hazır olarak sunulurlar, bizim elde ettiğimiz bir bilgi değildir. Din bizden, bu açıklamaları kabul ederek iman etmemizi ister. İnanan kişiye, inanması için sahip olduğu inanç yeterlidir. Tanrıya, onun gücüne, evreni yarattığına inanmak için kanıta gereksinimi yoktur.

“Var oluşumuzla ilgili yaradılış teorisi var, bir de evrim teorisi var bunların ikisi de teori, bu nedenle ikisini de birlikte verelim öğrenciye” diye düşünmek çok büyük bir yanılgıdır, çünkü burada iki farklı alan söz konusudur ve bu alanların rakip olarak karşı karşıya getirilmesi bile bir çok probleme, saçma sapan tartışmalara yol açar. İnsan bir yanıyla, kendisini ve yaşamı bilmeye çalışan olgusal bir varlık, bir yanıyla da değerleri olan bir varlıktır. Bunlar, insanın birbirleriyle yarışmaması gereken iki alanıdır. Evrenin Tanrı tarafından yaratıldığı veya akıllı tasarımın ürünü olduğu dinsel bir bilgidir. Çocuğa ailesi veya okulu tarafından dinsel bilgi verilirken, yaradılışın teoreminin ilk olarak verilmesi son derece doğaldır. Dinsel bilgi inanmaya dayalı olduğundan, kabul edilebilirliği de inanma düzeyine bağlıdır. Eğer fizik, biyoloji gibi fen bilimleri derslerinde yaradılıştan söz edilirse, yapılan şey bilim olmaktan çıkar. Süte su katarsanız, sütün de tadı bozulur, suyun da. İdeal olan sütü ve suyu birbirine karıştırmadan kendi tatlarında almaktır. Montaigne’le birlikte söylersek “Bildiğim şeye inanmam, inandığım şeyi ise bilemem” Bilgi ve inanç kavramlarına bu perspektiften yaklaşıldığında, AKPM kararlarında belirtilen düşüncelerde her hangi bir terslik yoktur.

Benim AKPM kararında asıl dikkatimi çeken nokta, karar metninin içeriğine damgasını vuran korku oldu. Kararda, “Amerikalılara özgü bir fenomen” olarak tanımlanan yaradılışçı düşüncenin Avrupa’ya “sızmasından” söz edilerek şöyle deniliyor: “Doğa, evrim, başlangıcımız ve evrendeki yerimize dair yerleşik bilgilere meydan okur nitelikteki düşünce modlarının büyümesine tanıklık etmekteyiz.” Bu satırlardaki korkuyu duyuyor musunuz bilmem; ama bana çok tanıdık geldi. Yıkılacağından korkulan “yerleşik bilgiler” aynı şekilde kendinden önceki yüzlerce yıllık “yerleşik bilgiler”in yerini almamışlar mıydı? Modern düşünce, bilimin son yüzyıldaki akıl almaz başarılarına rağmen bu korkuyu duyuyorsa, aslında ortada durup düşünülecek bir durum var demektir. Nuray Mert’in konudan uzaklaşmak pahasına öfkeli yazılar (Radikal 9-16/10/07) yazmasına neden olan şeyin de bu durum olduğunu düşünüyorum.

İnsanın bilme serüveninin doruğu bilimdir. Bilimsel düşünce ise temeli A. Comte tarafından atılan pozitivizmdir. Pozitivist düşünceye göre, doğada olup biten olayları anlamak için gerekli açıklamayı yine doğada aramalıyız, çünkü başka her türlü açıklama (teolojik ve metafizik açıklamalar) ilkel ve geçersizdir, terk edilmelidir. Başka bir deyişle, olgular sadece ve sadece yine olgularla açıklanmalıdır. Bu düşünsel temelden hareket eden bilim ve bilimsel düşünce, gerçekten de çok hızlı bir gelişme göstermiş; “yerleşik bilgilere meydan okuyarak” evren, doğa ve insan yaşamı hakkındaki bilgilerimizin olağanüstü bir şekilde çoğalmasını sağlamıştır. Bilimin sonuçları, teknoloji sayesinde insan yaşamında köklü değişikliklere yol açmış ve kitlelerin gözünde büyük bir otorite haline gelmiştir. Böylece zirveye oturan bilimsel düşünce, bir süre sonra kendisi dışında bütün bilgi alanlarını yok saymak, her şeyi bilebilirim kibrine kapılmak ve adeta yeni bir din haline gelmekle suçlanmıştır. (Paul Feyerabend)

“Bilmek için bilmek arı düşüncesinden uzaklaşarak ,giderek, teknoloji için ve onun istekleri doğrultusunda bilmek görevini üslenen bilim, günümüz insanı için aynı zamanda bir tehdit konusu olmuştur. Bilimsel gelişmelerin geleceği söz konusu olduğunda, iyimser olmak çoğu insan için zordur. Bunun nedeni, baş döndürücü bir hızla gelişme gösteren bilimin kimi olumsuz sonuçları ve her şeye rağmen insanlığın çok basit sorunlarının hala çözülmemiş olmasıdır. Kapitalizmin daha çok tüketim, daha çok kar amacına hizmette sınır tanımayan teknolojik gelişmeler insanlığın yaşadığı ve yaşayabileceği en büyük felaketlerin de nedeni olmaya adaydır. Bu kontrolsüz gelişim sonucu ortaya çıkan insanlık tablosu kitlelerin gözünde bilimin saygınlığının kaybolmasına neden olmuştur. ‘Her türlü sorunu çözerim, her şeyi yaparım’, giderek, ‘karlı olan sorunları çözerim, satılabilecek her şeyi yaparım’a dönüşmüştür.
Bana göre üzerinde tartışılması gereken asıl konu, bilimsel düşüncenin, bütün dünyanın adeta tozunu attırdıktan sonra, doğduğu topraklarda, yaradılış düşüncesi karşısında duyduğu bu korku ve panik olmalıdır.
İnsanlığın bilimi felsefe ve etikle zamanında terbiye etmekte geç kalmış olmasının sonucu mu bu yoksa?
*Monteigne / Denemeler /çev: Sabahattin Eyüboğlu / Cem Yay./ 1982
ymb

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bence resin hiç uymamış